Muhalefetin, AKP iktidarı tarafından yargı eliyle dizayn edilmeye çalışıldığı şüphesi uyandıran ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU’nun 19 Mart 2025 tarihinde tutuklanmasıyla CHP’li belediyelere ve CHP’ye yönelik başlatılan “adlî” soruşturmalar; 16 Nisan 2017 referandumu neticesinde “yüzde bir buçuk” gibi cüzî bir puan farkıyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018’den itibaren Türkiye’de yürürlüğe konulan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin “hukuk devleti” modeliyle bağdaşıp bağdaşmadığı tartışmalarını yeniden gündeme getirdi… Öyle ki Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, 2016’da, yargı hiyerarşisinin tepesindeki nihaî karar mercii Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bir kararla ilgili olarak; “Anayasa Mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum. O kadar…”[1] derken; şimdilerde, yargı hiyerarşisinin en alt basamağında bulunan herhangi bir mahkeme, CHP’li belediyeler ya da CHP yönetimi hakkında aleyhte bir karar verdiğinde, CHP’liler o kararı eleştiriyorsa “Anayasanın yüz otuz sekizinci maddesine göre, hakimler görevlerini bağımsız olarak kanuna ve hukuka uygun şekilde yaparlar. Ben söylemiyorum, Anayasanın yüz otuz sekizinci maddesi söylüyor. Her zaman söylediğimiz gibi, mahkemelerin verdiği her kararı beğenmek mecburiyetinde değiliz. Bizim de eleştirdiğimiz pek çok mahkeme kararı da olmuştur. Ama bu kimseye mahkeme kararlarını tanımama hakkı vermez. Ben mahkeme kararlarını tanımıyorum demek, açıkça hukuk devletine kafa tutmaktır. Böyle bir sorumsuzluğa göz yumulması elbette düşünülemez. Adlî ve idarî süreçleri sorunsuz işletilmesi için sorumluluklarımızı harfiyen yerine getireceğiz.”[2] demekte ve hararetle “hukuk devleti” savunusu yapmaktadır. Güzel de hukukun h’sinden haberdar olan birileri sormaz mı yargı hiyerarşisinin en alt basamağındaki mahkemeler hukuk devleti kapsama alanı içerisinde de hiyerarşinin tepesindeki Anayasa Mahkemesi dışarısında mıdır? Anayasa Mahkemesinin almış olduğu kararları iktidar gücünü kullanarak uygulattırmamak hangi “hukuk devleti” anlayışıyla kabildir? Yine, Türkiye yargı hiyerarşisi için en üst mahkeme diye kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin almış olduğu kararları iktidar gücünü kullanarak uygulattırmamak hangi “hukuk devleti” anlayışıyla kabildir? Yoksa hukuk devleti tanımı, AKP literatüründe farklı mıdır?! Mamafih, yine birileri sormaz mı “Hani ya Kur’an’ın (Maide 8) “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten ayırmasın.” hükmü akidenizdi.”?!
Bilenlerin malumudur, hukuk devletinin sahih literatürdeki karşılığı şu şekilde beyan edilmektedir: Hukuk devleti; evrensel insan hakları temeline ve eşitlik ekseninde yurttaşların rızası ilkesine dayanan, çoğunluk tercihi çerçevesinde hükümet etme yetkisini içeren, temsilî iktidarın genel iradeye yani halka hesap verme mükellefiyetinin bulunduğu ve her türlü erkin de anayasa ile sınırlandırıldığı yönetim biçimidir. Temel unsurları ise kuvvetler ayrımı, muhalefetin varlığı, enformasyon çeşitliliği, ifade özgürlüğü ve periyodik seçimlerdir. Hukuk devletinin formel ölçütü; kamu gücü olarak devletin, doğal hukukla ve pozitif kanunlarla sınırlandırılmış, hukuka ve kanunlara tabi kılınmış ve tasarruflarının bağımsız mahkemeler tarafından sorgulanabilir olması, muhteva bakımından ölçütüyse adaleti tahakkuk ettirme vazifesiyle tavzif edilmesidir. Bir devletin adlî sistemindeki yasa, tüzük, yönetmelik, yönerge ve benzeri çokluğu, o devletin hukuk devleti olduğuna delalet etmez. Mesela; tekparti diktatörlüklerinin her hususta ve oldukça ayrıntılı yasal düzenlemelerinin bulunması, onları hukuk devleti yapmaz. Temel ve doğal insan haklarını tanımayan bir devlet, “kanun devleti” olabilir ise de asla hukuk devleti olamaz. Her şeyden önce orada bütün bireyler için insan haklarının yürürlükte olması gerekir. Adaletin asgari şartı budur.[3] Hukuk devletinin tesisi için pratikte bir takım yasal mekanizmaların kurulması da zorunludur. Temel öncelik yasama, yürütme ve yargı organlarının yetki ve görev alanlarının belirlenmesi, sınırlara mutlak riayet ve idarî faaliyetlerin yasalara uygun olarak gerçekleştirilmesidir. Bireysel özgürlükler açısından en önemli husus ise hak arama yollarının açık tutulması, kazanılmış haklara saygı, suçsuzluk karinesi (beraet-i zimmet), mücbir sebep, suç ve cezaların kanunîliği ve geçmişe yürümezliği ve haksız olarak verilen zararların tazminidir. Hukukî denetimin hakikaten etkin olabilmesi de elbette yargının bağımsızlığına ve hukukun evrensel prensiplerine (İnsan Haklarına Bağlılık, Anayasa’nın ve Uluslararası Sözleşmelerin Üstünlüğü, İşkence Yasağı ve İnsan Onurunun Korunması, Ayrımcılığın Reddi ve Eşitlik, İdarenin İşlem ve Eylemlerine Karşı Hukukî Güvenlik, vs.) riayettir.[4]
Hukuk devletini gerçekleştirmede en uygun siyasal form, demokrasi ise de demokrasinin hukuk devletine alelıtlak ulaştıracağı yine de söylenemez. Çünkü araçlar kullananların hedeflerine hizmet ettiklerinden, etik ve hukuk tanımayanların ellerine düştükleri taktirde aykırı yönde de kullanılabilir. Maalesef demokrasinin manipülasyonlara açık tarafları hayli çoktur. Demokrasilerde çağdaş teknolojiden yararlanan propaganda araçlarıyla insanlar etkilenebiliyor ve güdümlenebiliyorsa ki bunlar kuvvetle muhtemeldir, böylesi durumlarda demokrasinin hukuk devletine hizmet edeceği tabiatıyla çok şüphelidir. Demokrasi perdesi altında yönetimler pekâlâ oligarşi olabilmekte, hukuk devletine değil, aksine muayyen çıkar gruplarına hizmet edebilmektedir. Kaldı ki bir devlette kuvvetler ayrımı ilkesinin resmiyette var olması, mutlaka o devletin demokratik olduğu anlamına da gelmemektedir. Kuvvetler ayrımı, oligarşi içerisindeki dengeyi ve uzlaşmayı sağlamak için de pekâlâ kullanılabilir. Demokrasiler, bilinçli örgütlenmiş sosyolojik gruplara, bilinçli halka dayanmadıkça oligarşik manipülasyonlar kaçınılmazdır. Belki de bu nedenden ötürü, demokrasi ve hukuk devleti ayrımı yapılmaktadır. Demokrasiyle hukuk devleti arasındaki çelişki şu şekilde izah edilebilir: Demokrasilerde siyasal meşruiyetin kaynağı, şüphesiz halktır fakat bunun pratikteki karşılığı parlamento çoğunluğudur. Parlamento elbette yasal kuralları belirleme yetkisine sahiptir ancak parlamenter çoğunluk mutlak bir güce sahip değildir. Bu gücü sınırlandıran şey, hukukun üstünlüğü ilkesidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi, parlamenter çoğunluğun iradesini sınırlandırarak, azınlıkta kalanların haklarını da korur. İşte bu noktada siyasal meşruiyetin kaynağı olan halkın, daha doğrusu parlamenter çoğunluğun karşısına yeni bir meşruiyet kaynağı çıkmaktadır ki o da “evrensel insan hakları”dır. Bu yeni meşruiyet kaynağıyla birlikte demokrasi, yerini temel haklarla sınırlı hukuk devletine bırakmaktadır.[5] Evrensel insan haklarına dayanmayan bir demokrasi olsa olsa ayak takımının despotizmidir. Binaenaleyh hukuk devleti kurallara uymak bakımından devletle yurttaş arasında bir eşitlik oluşturur. Yasalara uymak sadece yurttaşlar için değil, devlet için de bir zorunluluktur. Bunun anlamı, yurttaşların tek taraflı olarak devlete boyun eğmekle mükellef bir “tebaa” olmadığı, karşılıklı sorumlulukların mevcut olduğudur. Bu nedenle hukuk devleti, bazı yönleriyle demokrasiye benzer ise de demokrasiden bağımsız bir ideal olarak onunla bazen de çelişir…
“Cumhurbaşkanlığı Sistemi”; açıktır ki dünya siyaset ve hukuk literatüründe karşılığı bulunmayan nevzuhur bir siyasal sistemdir. Her ne kadar AKP çevreleri “ABD Başkanlık Sistemi” benzeri bir “hukuk devleti” kuracakları propagandasıyla eğitim kalitesi düşük kitleleri ikna edip, referandumla “parlamenter sistem” yerine “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ni uygulamaya geçirmeyi başarmış ise de onun “ABD Başkanlık Sistemi” ile gerçekte hiçbir benzerliği yoktur… Mukayese etmek gerekirse ABD Başkanlık Sistemi; yasama gücünün (Kongre) de yürütme gücünün (Başkan) de muayyen bir süre için halk tarafından seçildiği, ne kongrenin başkanı azil yetkisinin ne de başkanın kongreyi fesih yetkisinin bulunduğu, ancak her iki organın da tüm faaliyetlerinin yargı (Yüksek Mahkeme/Supreme Court) tarafından denetlenebildiği yönetim biçimidir. Bu sistemde; yasama (legislative), yürütme (executive) ve yargı (judicial) organları kurumsal anlamda birbirinden keskin hatlarla ayrılmıştır. Her bir organın bir diğeri üzerinde fren ve denge (checks and balances) mekanizması aracılığıyla etkide bulunabilme imkânı vardır… Yasama Organı (Kongre: Temsilciler Meclisi ve Senato) seçimleri şu şekilde gerçekleşmektedir: Temsilciler Meclisi üyelerinin halka yakın olması, halkın taleplerini yansıtması amacıyla seçimler, dar bölge seçim sistemi ile iki yılda bir yinelenir ve tüm üyeler yeniden seçilir. Her eyalet, nüfusuna göre belirlenen temsilci sayısı kadar seçim bölgesine ayrılır ve her seçim bölgesinde, tek turlu seçimde basit çoğunluğu elde eden aday seçimi kazanır. Seçimi kazanan, “parti” değil “şahıs”tır. Senato ise elli eyaletten gelen ikişer senatörün oluşturduğu üst bir meclistir. Temsilciler Meclisinden farklı olarak Senato üyeleri altı yıl için seçilir. İki yılda bir yapılan seçimlerde Senatonun üçte biri yenilenir. Kongre seçim süreci, seçimden önce kişilerin adaylıklarını açıklamasıyla başlar. Aynı partiden birden fazla kişi aday olursa, genel seçimlerde oy pusulasında yer alacak adayı belirlemek için “önseçim” yapılır. Oy verme işlemi gizli ve hızlı bir şekilde yapılır. Bazı eyaletlerde sadece kayıtlı parti üyelerinin katılabildiği “kapalı” önseçimler düzenlenir. Açık bir önseçime ise hangi partinin üyesi olduğuna veya herhangi bir parti üyeliği olup olmadığına bakılmaksızın tüm seçmenler katılabilir. Amerikan siyasi partileri, genelde yerel örgütlerin ve eyalet örgütlerinin dört yılda bir başkanlık seçimleri sırasında koordinasyon amaçlı işlemesi üzerine kuruludur. Bu sebeple, Kongre üyeleri; konumlarını, partilerinin genel başkanına değil, yerel düzeydeki ya da eyaletteki seçmenlerine borçludur. Bunun sonucu olarak da senatörlerin ve temsilciler meclisi üyelerinin kanunlaştırma faaliyetleri sırasındaki tutumları şahsî ve bağımsızdır. Yani; Amerikan Kongresi partilere karşı “tabi-metbu” ilişkisiyle değil, mevkidaşlar ilişkisiyle çalışır. Bu da Kongre’deki politikaların, nerdeyse her kanunlaştırmada yapısı değişebilen koalisyonlarca yürütülmesine imkân tanır. Dolayısıyla partilerin blok halinde hareket ettiği kanunlaştırmalar çok çok nadirdir. Öte yandan Anayasa; Kongre’nin yetkilerine de bazı konularda kesin sınırlamalar getirmiştir. Mesela, Kongre ifade hürriyetini kısıtlayacak kanun da suç işleyen ya da illegal davranışlarda bulunan bireyleri yargısız mahkûm eden kanun da geçmişte yapılmış davranışları suç sayan herhangi bir kanun da çıkaramaz… Tek kişilik yürütme (executive) organı Başkanın seçimine gelince; Başkan bu göreve dört yıllık bir süre için, bir Başkan Yardımcısı ile birlikte seçilir. Siyasî partiler, önce eyaletler bazında “önseçim” yaparak “seçici kurul”a (electoral college) delegelerini seçer. Her eyaletin “seçici kurul”a (electoral college) gönderdiği delege sayısı, Temsilciler Meclisi’nde sahip olduğu ve eyalet nüfusunun sayımıyla belirlenen temsilci sayısına ilave olarak iki senatörün de eklenmesiyle bulunan sayıya eşittir. Bu delegeler de “Federal Genel Kurul”da kendi başkan adaylarını seçer. Mevcut başkanın ikinci dönem için aday olması durumunda, başkanın mensubu olduğu parti önseçim yapmaz ve mevcut başkanı yeniden aday gösterir. Adaylar belirlendikten sonra, her dört yılda bir seçmenler, başkanı seçecek delegeleri (electoral college); delegeler de başkanı seçer. Başkan yasama organının bir üyesi olmadığı gibi; yasama organının üyelerinin seçiminde de herhangi bir rolü yoktur. Başkan; Senato’nun rızası ve mevcut senatörlerin üçte ikisinin onayı şartıyla Yüksek Mahkeme hâkimlerini, büyükelçileri, konsolosları belirlemeye ve uluslararası antlaşmalar yapmaya yetkilidir. Başkan; yasa tasarısı hazırlayamaz, yasama çalışmalarına katılamaz ve yasama organının çalışmalarını engelleyemez. Birleşik Devletler’in bütün yetkilileri gibi Başkan da vatana ihanet, rüşvet ve görevi kötüye kullanma ithamıyla sorgulanabilir, yargılanabilir ve mahkum edildiği taktirde de görevden el çektirilebilir. Bu fiillerle başkanı suçlama yetkisi Temsilciler Meclisine; yargılama yetkisi de “impeachment” usulüyle Yüksek Mahkeme başkanlığında Senatoya aittir… En yüksek yargı (Judicial) organı Yüksek Mahkemenin (Supreme Court) teşekkülü de şöyledir: Anayasa tarafından özel olarak oluşturulan tek mahkeme dokuz üyeli Yüksek Mahkemedir. Senatonun onayı şartıyla üyelerin hepsini atama (teklif) yetkisi Başkana aittir. Üyeler; “iyi hâlleri” (good behavior) sürdüğü müddetçe ömür boyu görevde kalırlar. İyi hâlin kaybı yani üyenin suç işlemesi durumunda “impeachment” usulünün işletilmesiyle Senatonun üçte ikisinin oyuyla görevden alınmaları da mümkündür. Senato onaylamadan önce, Başkan tarafından önerilen adayların sorgulamasını yapmak için bir komite oluşturur. Komitede sorgulama sözlü ve kamuya açıktır ve adayın siyasal eğilimlerini de özel hayatını da sorgulayabilir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin herhangi bir organ tarafından ihlali durumunda oluşacak problemleri çözmek yargıya, bilhassa Yüksek Mahkeme’ye ait bir görevdir. Yüksek Mahkeme’nin kararları mutlak surette bağlayıcıdır. Başkan; Yüksek Mahkeme’nin kararlarına karşı, “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum.” gibi cümleleri, aklından bile geçiremez… Özetle, “ABD Başkanlık Sistemi”; evrensel insan hakları temeline ve eşitlik ekseninde yurttaşların rızası ilkesine dayanan, çoğunluk tercihi çerçevesinde hükümet etme yetkisini içeren, temsilî iktidarın tüm icraatlarında adalete hesap verme mükellefiyetinin bulunduğu ve devlet erklerinin anayasayla sınırlandırıldığı hukuk devleti modelidir… “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin “hukuk devleti” modeli ile bağdaşıp bağdaşmadığı değerlendirmelerinin yukarıdaki kriterlere istinaden yapılması elzemdir… Cumhurbaşkanlığı Sistemi; yürürlükteki yedi yıllık pratiğinden de çıkarılabileceği üzere, yasama, yürütme ve yargı organları keskin hatlarla birbirinden ayrılmış bir siyasî model değildir. Tek kişilik yürütme gücü olan Cumhurbaşkanı üzerinde, yasama ve yargı organlarının fren ve denge mekanizması olarak etkide bulunabilme imkânı yoktur. Cumhurbaşkanıve Meclis seçimleri aynı tarihte ve muayyen bir süre için yapılmakta ise de bu durum aralarında herhangi bir fren ve denge mekanizması kurmamaktadır. Cumhurbaşkanı’nın, istediği bir tarihte seçimleri yenileme ve Meclis’i fesih yetkisi vardır… Dahası, Cumhurbaşkanı ile Meclisin genel bütçe konusunda çatışması ve Meclis’in genel bütçeyi onaylanmaması halinde Cumhurbaşkanının Meclisi “By-Pass” etme, yok sayma yetkisi vardır… Meclis üyelerinin halka yakın olması, halkın taleplerini yansıtması mümkün olmadığı gibi, siyasî parti genel başkanlarından bağımsız aday olma şansları da yoktur… Seçimlerde kazanan, “şahıslar” değil, her zaman “partiler”dir. Zira seçimlerde “önseçim” uygulaması yoktur ve sadece “merkezi yoklama” yani parti genel başkanının liste yapma hakkı vardır. Meclis üyeleri konumlarını; yerel düzeydeki seçmenlerine değil, genel başkanlarına borçludur. Bunun sonucu olarak da meclis üyelerinin yasama faaliyetleri sırasındaki tutumlarının özgürlüğünden ve bağımsızlığından söz edilemez. Mensubiyetlerinden ötürü parti tutumuna bağlı olarak blok halinde hareket etmeleri de kaçınılmaz bir durumdur. Mamafih Cumhurbaşkanı; yasama organının bir üyesi olmadığı halde yasama faaliyetlerindeki en etkili güçtür. Cumhurbaşkanı’nın istemediği herhangi bir yasal düzenleme asla yapılamamaktadır… Meclisin rızası ve onayı olmaksızın, bakanları da büyükelçileri de konsolosları da tüm üst düzey bürokratları da rektörleri de Yüksek Yargı organları konumundaki Hakimler-Savcılar Kurulu ve Anayasa Mahkemesi üyelerini de atama yetkisi dolaylı ya da dolaysız tek başına Cumhurbaşkanı’na aittir. Cumhurbaşkanı’na ait söz konusu atama yetkilerinde şüphesiz en çarpıcı nokta Hakimler-Savcılar Kurulu ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamının tek kişilik yürütme organı olan Cumhurbaşkanı tarafından şöyle ya da böyle tayin edilmesidir. Bu zaviyeden bakıldığında; varlığını Cumhurbaşkanı’na borçlu olan Hâkimler-Savcılar Kurulu’nun da Anayasa Mahkemesi’nin de maalesef “bağımsız” ve “tarafsız” olması mümkün görünmemektedir.[6] Binaenaleyh Cumhurbaşkanlığı Sistemi; Meclis’in, Cumhurbaşkanı karşısında bağımsızlığını ortadan kaldırdığı gibi, Yargı organının da Cumhurbaşkanı karşısında bağımsızlığını ortadan kaldırmıştır.[7] Binaenaleyh “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”; evrensel insan hakları temeline ve eşitlik ekseninde yurttaşların rızası ilkesine dayanan, çoğunluk tercihi çerçevesinde hükümet etme yetkisini içeren, temsilî iktidarın tüm icraatlarında adalete hesap verme mükellefiyetinin bulunduğu ve her türlü erkin de anayasayla sınırlandırıldığı “ABD Başkanlık Sistemi” vari bir siyasal model değildir… Fiilî “kuvvetler birliği”, demokratik-hukuk devleti olarak nitelenebilir mi? Siyasî parti genel başkanlarının merkezî listelerle seçtirdiği vekillerden oluşan yasama organı halkı temsil edebilir mi? Siyasal olanın müdahalesine tabi hukuk veya güdümlü yargı organı “bağımsız” ve “tarafsız” olabilir mi? Yüz seksen defa değiştirilen “ihale yasası” ve “kur korumalı mevduat” düzenlemeleriyle kamu kaynaklarının iktidar yanlısı şahıslara ve bir avuç faizci sermayedara dağıtıldığı bir sisteme, adil devlet denilebilir mi? Muayyen bir ideoloji ve muayyen bir dinî görüş egemen kılınarak, iktidar sürdürülmek isteniyorsa o sistem, çoğulcu ve demokratik sayılabilir mi? Bireysel hak ve özgürlüklerin katı bir şekilde kısıtlandığı, vatandaşların kamusal ve özel hayatlarının tüm yönlerinin hatta düşünce ve inançlarının dahi kontrol edilmeye uğraşıldığı, şiddet içermeyen iktidar karşıtı faaliyetlerin illegal suçlamasıyla takibata uğratıldığı, muhalif basın-yayın organlarının seslerinin susturulduğu, iletişim ve eğitim tekeli kurularak homojen devlet halkı profilinin yaratılmaya kalkışıldığı, insanların kendi tercihlerine göre değil, iktidarın keyfi iradesine göre yaşamak zorunda bırakıldığı, yöneticilerin meşruiyetlerini indoktrinasyon yoluyla veya barış, kalkınma ve güvenlik propagandasıyla manipülatif kamuoyu oluşturarak sağladığı, bir sistem özgürlükçü olabilir mi?
Ne yazık ki yukarıdaki suallere müspet cevap vermek pek de mümkün görünmemektedir. Malum sistem hakkında yapılabilecek belki de en iyimser değerlendirme, onun bir hukuk devleti modeli değil, egemen gücün irade bildirimini yansıtan ve kanun hükmünde kararnameler zemininde cereyan eden bir siyasal model formunda, otoriter ve totalitersisteme varmadan önceki en son durak olduğu biçiminde olacaktır…
[1]https://www.youtube.com/watch?v=OKl35htF8fE/https://www.youtube.com/watch?v=mjMuTL541UQ
[2]https://www.youtube.com/watchv=4UTWjuch_Bo/https://share.google/BbjZO4i4hS56szBbB
[3] Hüseyin Hatemi, Hukuk Devleti Öğretisi, İşaret Yayınları, İstanbul, 1989.
[4] Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996.
[5] Zühtü Arslan, “Devletin Hukuku, Hukuk Devleti ve Özgürlük Sarkacı”, HFSA, S. 6. İstanbul, 2003.
[6] http://erdoganmustafa.org/
[7] www.anayasa.gen.tr/gozler.htm