Amerikan Okullarındaki “Ant” (Pledge of Allegiance / Bağlılık Yemini) Üzerine

AKP’nin; Türkiye’deki Kürt sorunuyla alakalı, terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine dair “çözüm süreci” uygulamaları çerçevesinde, gerçekleştirdiği icraatlardan biri de “öğrenci andı” olarak yazılan ve 1933′ten beri ilköğretim okullarında okutulan, tek-parti diktatörlüğüne mahsus metni, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2013 yılında çıkardığı yeni bir yönetmelikle güya kaldırmasıdır. Aslında kaldırılan bir şey yok… Metin ilköğretim kitaplarında 2021 yılı itibarıyla halâ duruyor… Şiarı “…mış gibi görünmek”; “dindar-mış, demokrat-mış, milli-imiş, yerli-imiş, vs.” olan AKP bu hususta da “kaldır-mış” gibi görünüyor…Niyeti sahiden de kaldırmak olsaydı, her hususta yargıdan jet hızıyla kararlar çıkarttıran AKP, bu işi sekiz yıl sürüncemede tutar mıydı?! Bütün mesele çatışmalardan beslenmek ve rey devşirmek olmalı?! Gelin görün ki bu işi sürüncemede tutmak isteyen yalnızca AKP değil… Nasıl bir nema bekleniyorsa “muhalefet” partileri CHP, MHP, İyi Parti, vs. de öyle istiyorlar… Maalesef siyasi partiler, normal demokrasilerde olduğu gibi, halkı temsil etmek, onun iradesini hayata geçirmek için değil de kamu kaynaklarından şöyle ya da böyle istifade maksadıyla kurulunca netice başka türlü olmuyor… Eğer öyle değilse muhalefet partileri için halkın kahir ekseriyatının hoşnut olmadığı tek-parti diktatörlüğü uygulamalarında ısrar niyedir? Besbelli ki ısrarın temel sebebi; 1950’ye kadar sürdürülen, nominal cumhuriyet, tek-parti diktatörlüğü rejiminin, bugün de yine halka manipülasyonlarla ya da zorla kabul ettirilebileceğinin zannedilmesidir. Şayet sebep bu değilse CHP, MHP, İyi Parti,vs. gerçek cumhuriyetin eşitlik eksenindeki siyasal organizasyon ve halkın rızasına dayanmak olduğunu bilmiyorlar mı? Biliyorlarsa eşitliği ve halkın rızasını savunacaklarına niçin cebrî uygulamaları savunuyorlar? Söz konusu siyasi partilerin seçmen kitlesine de sormak lazım: “Hadi rey verdiğiniz partilerin milletvekilleri, çatışma ortamından beslenerek seçilince, iktidar partisi kadar kamu kaynaklarından şöyle ya da böyle istifade ettiklerinden ötürü toplumsal kutuplaşmalara yol açan dikta uygulamalarına taraftar oluyorlar, peki onları desteklemekteki sizin çıkarınız nedir?” Sadece ve sadece eşitlik ekseninde siyasal organizasyon ve rızaya dayalı yönetim anlamında gerçek cumhuriyetin sizin çıkarınıza olduğunu anlamamaktaki direnç niyedir?! Batı ülkelerindeki hayat standartlarına sahip olmak; profesyonel siyasetçiler kadar müreffeh bir hayat sürmek sizlere yakışmıyor mu?! Şair Yusuf HAYALOĞLU’nun mısralarında ifade edildiği gibi; “Nerden baksan tutarsızlık. Nerden baksan ahmakça.”

Dikta uygulamalarına taraftar olan, aydın-entelektüel bilinen insanlar daha da garip… Cehaletle malûl kitleleri irşad edecekleri yerde dikta heveslilerinin değirmenine gayretkeş bir biçimde su taşıyorlar… Şair İsmet ÖZEL’in, “öğrenci andı” uygulamalarını kaldırmak isteyenlere yönelik sarf ettiği (https://www.youtube.com/watch?v=MuNOiQojIlw); “Bugün birçok dangalak, alçak, hain, Türk çocuklarının ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım.’ diye haykırmalarına mani olmakla niçin övünür? Andımızın kaldırılmasına iyi gözle bakanlar bu andın metnini yazan adamın aynı zamanda Türkiye’de ezanın yasaklanmasına yol açan çalışmaları da yaptığını söylüyorlar. Elbette. Yani biz o insanların mümin olduklarını falan iddia etmiyoruz ki hiçbir şekilde. Cumhuriyetin birinci kadrosu, yani cumhuriyet ilan edilirken işleri elinde bulunduran kadro, ‘Dinini ver, vatanını al.’ pazarlığına, ‘evet’ demiş olan kadrodur. Yani onlar gâvurlara ‘Artık bundan sonra Müslüman olmayacağız.’ diye söz verdikleri için Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının garantisini temin edebildiler. Biz onların Müslüman olduklarını falan filan söylemiyoruz. Ama biz ‘Önce vatan.’ dedik.” mealindeki cümleler, tenakuz içinde tenakuz değil midir? Öğrenci andı sadece, Türk çocuklarının ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım.’ diye haykırmasını mı içeriyor? İsmet ÖZEL de İsmet ÖZEL gibi düşünen diğerleri de onların çocukları daistiyorlarsa ant metnini, özellikle de “Ey bugünümüzü sağlayan, Ulu Atatürk: açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim… Varlığım, Türk varlığına armağan olsun… Ne mutlu Türküm diyene…” şeklindeki cümleleri günde beş vakit kendi özel alanlarında buyursun haykırsınlar… Kime ne?! Ancak ATATÜRK’ün açtığı yolun da kurduğu ülkünün de gösterdiği amacın da “siyasî eşitlik” ve “rızaya dayalı yönetim” ilkelerine dayanan Batı standartlarında modern cumhuriyet ya da modern demokrasi ile yani hukuk devleti ile alakasının bulunmadığını artık sağır sultan bile duydu… Bilenlerin malumu olduğu üzere kastettikleri cumhuriyet; faşizm ve komünizm karışımı tek parti diktatörlüğüdür… ATATÜRK’ün en yakınındaki şahıslardan biri olan, CHP milletvekili (1923-1950) ve partinin resmi organı Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay; 1931’de kaleme aldığı “Faşist Roma Kemalist Tiran” başlıklı kitabında söz konusu cumhuriyeti şöyle değerlendirmektedir: “Bizim Rusya’da ve İtalya’da sevdiğimiz şey, bizim işimize yarayacak ihtilalci terbiye ve inkişaf metotlarıdır… Faşizmle sosyalizmi ayıran farklar gaye değil, hareket tarzı farklarıdır… Türk yığınlarının terbiyesi için Moskova’nın yığın terbiyesi metotları; devletçi Türk iktisatçılığı içinse Faşizmin korporasyon metotları benimsenmelidir…”[1] ATATÜRK’ün kurduğu cumhuriyeti, Batı tipi liberal demokrasi ya da sosyal demokrasi zannedenlerin kulağı çınlasın?! Başka etnisite ve dinden olan insanlar; CHP, MHP, İyi Parti yahut da İsmet ÖZEL’in istedikleri  cümleleri çocukları haykırsın istemiyorlarsa bu meşru isteğe karşı çıkmak hangi ahlak ile hangi din ile hangi rasyonalite ile kabildir? Şüphesiz, başkalarının çocuklarına bir şeyleri dikte etmek, sadece ve sadece sosyalizmfaşizm yahut onların bileşkesi dikta ideolojileri ile kabildir ki o ideolojiler de hiçbir ahlak, hiçbir din, hiçbir rasyonalite tanımamakla marufturlar… Sağır sultan bunu da duydu…

Tek-parti diktatörlüğüne ait bu garabeti savunmaya çalışan insanların yaptığı bir manipülasyon da suret-i haktan görünerek, “Andımız uygulamaları, Batı ülkelerinde, mesela Amerika’da var.” mealinde gerçek dışı cümleleri kurmaya kalkışmalarıdır. Geçmişte, diktatörlüklerle yönetilmiş ülkelerde bu türden uygulamaların olduğu belki doğrudur… Ancak demokratik hukuk devleti olan Batı ülkelerinde bu türden uygulamaların olduğu iddiası yalnızca ve yalnızca insanları aldatmaya yönelik bir manipülasyondur… Amerikan okullarındaki güya benzer uygulamanın aslı şudur: Rivayet o ki kamu okullarına yönelik bayrak temini kampanyası yürüten Hıristiyan Sosyalist Baptist Papaz Francis Bellamy; Christoph Columbus’un kıtaya ayak bastığı günün dört yüzüncü yıldönümü (1892) kutlamalarında kamu okullarında topluca okunmak üzere bir “Bağlılık Andı” (Pledge of Allegiance) önerir… Sözlerini yazdığı metni Boston’da, yöneticisi olduğu “Youth’s Companion” dergisinde yayınlatır ve metin halk tarafından çok beğenilir… Bu vesileyle kutlamalarda sponsor olunması için Ulusal Eğitim Derneği’ne (National Education Association) müracaat  edilir… Ardından, “Bağlılık Andı”nın (Pledge of Allegiance) kamu okullarında bayrak merasimlerinde okunabilmesi için Kongre’ye ve Başkan Benjamin HARRİSON’a çağrıda bulunulur… Başkan HARRİSON’ın yayınladığı kararname ile de “Bağlılık Andı” (Pledge of Allegiance) ilk kez 12 Ekim 1892‘de tüm kamu okullarında okutulur…

Francis Bellamy tarafından yazılan “Bağlılık Andı” (Pledge of Allegiance) metni şu şekildedir:

            “I pledge allegiance to my Flag and to the Republic for which it stands: one Nation indivisible with Liberty and Justice for all.”

        “Bayrağıma ve onun temsil ettiği Cumhuriyete bağlı kalacağıma söz veriyorum: Herkes için Özgürlük ve Adaletle bölünmez bir Millet.”

Francis Bellamy tarafından yazılan bu metne; 1923′te National Flag Conference’ın (Ulusal Bayrak Konferansı) çağrısı üzerine, göçmenlerin doğdukları ülkeler ile ABD arasında sadakat tereddütü yaşamamaları maksadıyla “Bayrağım” ifadesi yerine “Amerika Birleşik Devletleri Bayrağı” ifadesi eklenir… 1948’de de Illinois eyaletinden bir avukat  Louis Albert BOWMAN, metne “Tanrı’nın gözetimi altında” ifadesinin eklenmesini teklif eder… Temsilciler Meclisi üyesi Charles OAKMAN 1954’te bu konuda bir yasa tasarısı hazırlar… Başkan Dwight D. EİSENHOWERTemsilciler Meclisi ortak kararına istinaden 14 Haziran 1954′te tasarıyı onaylar… Metnin bugün de kullanılan son hali şöyledir:

“I pledge allegiance to the Flag of the United States of America, and to the Republic for which it stands: one Nation under God, indivisible, with liberty and justice for all.” 

“Amerika Birleşik Devletleri Bayrağına ve temsil ettiği Cumhuriyet’e bağlı kalacağıma söz veriyorum: Herkes için özgürlük ve adalet ile bölünmez bir Millet, Tanrı’nın gözetimi altında.”

Açıktır ki Amerikan okullarında okutulan “Ant” (Pledge of Allegiance / Bağlılık Yemini) herhangi bir hamaset dilini içermemektedir… Herhangi bir etnisiteye vurgu yapmamaktadır… Herhangi bir asimilasyon politikası gütmemektedir… Herhangi bir diktatörü ululamamakta, onun yolunda ya da ülküsünde yahut da hedefinde yürümek gerektiğini telkin etmemektedir… Herhangi bir dikta rejiminin süblimine ettiği varoluş tarzına feda olunmasını tembihlememektedir… Herhangi bir ırka mensubiyetle “mutluluk”  arasında korelatif bir bağ kurdurtmamaktadır… Daha da ötesi, gözleri kör olanların bile görebileceği gibi, “herkes için özgürlük ve herkes için adalet” taahhüdünde bulunmaktadır… Acaba andımız da andımız diye tutturanlar, tutturmakla kalmayıp ilk okul çocukları gibi önlük giyip kendilerini maskara edenler ve onların temsilcileri; çok da lüzumlu değil ama Amerikan okullarında okutulan aynı metnin Türkiye’ye uyarlanmasına ve Türkiye’de yaşayan “herkes için özgürlük ve herkes için adalet” taahhüdüne rıza gösterirler mi?!

 

[1] Falih Rıfkı Atay, Faşist Roma Kemalist Tiran, Hakimiyeti Milliye Matbaası, Ankara, 1931.

Bu yazı Eğitim, Güncel Yazılar, WEB kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.