ABD Başkanlık Sistemi ve AKP Cumhurbaşkanlığı Sistemi

Bir siyasal model olarak Başkanlık Sisteminin en iyi örneği Amerika Birleşik Devletleridir. Başkanlık Sisteminde Yasama (Legislative), Yürütme (Executive) ve Yargı (Judicial) organları kurumsal anlamda birbirinden keskin hatlarla ayrılmıştır. Her bir organın bir diğeri üzerinde fren ve denge (checks and balances) mekanizması aracılığıyla etkide bulunabilme imkânı vardır. Yasama Organı (Kongre);  Senato ve Temsilciler Meclisinden oluşur. Temsilciler Meclisi üyeliği nüfus oranına göre belirlendiğinden üye sayısı Anayasa’da yazılmamıştır fakat 1929 yılında toplam temsilci sayısı 435 olarak saptanmış ve o karar gereğince temsilci sayısı sabit kalmıştır. Temsilciler Meclisi üyelerinin halka yakın olması, halkın taleplerini yansıtması amacıyla seçimler, dar bölge seçim sistemi ile iki yılda bir yinelenir ve tüm üyeler de yeniden seçilir. Her eyalet, nüfusuna göre belirlenen temsilci sayısı kadar seçim bölgesine ayrılır ve her seçim bölgesinde, tek turlu seçimde basit çoğunluğu elde eden aday seçimi kazanır. Seçimi kazanan, “parti” değil “şahıs”tır. Senato ise her eyaletten gelen ikişer senatörün oluşturduğu 100 üyeli üst bir meclistir. Temsilciler Meclisinden farklı olarak Senato üyeleri altı yıl için seçilir. İki yılda bir yapılan seçimlerde Senatonun üçte biri yenilenir. ABD; Temsilciler Meclisi adaylarının en az 25 yaşında olması ve Kongre’de temsil etmek istedikleri eyalette yasal olarak ikamet ediyor olması; Senato adaylarının ise en az 30 yaşında ve temsil etmek istedikleri eyalette yasal olarak ikamet ediyor olması şartları aranmaktadır. Kongre seçim süreci, seçimden önce kişilerin adaylıklarını açıklamasıyla başlar. Aynı partiden birden fazla kişi aday olursa, genel seçimlerde oy pusulasında yer alacak adayı belirlemek için “ön seçim” yapılır. Ön Seçimler’de; seçmenler oy kullanma yerlerine gider, oylarını kullanır ve ayrılırlar. Oy verme işlemi gizli ve hızlı bir şekilde yapılır. Bazı eyaletlerde sadece kayıtlı parti üyelerinin katılabildiği “kapalı” ön seçimler düzenlenir. Örneğin, Demokrat Partinin düzenlediği kapalı bir ön seçimde sadece kayıtlı Demokrat Parti üyeleri oy verebilir. Açık bir ön seçime ise hangi partinin üyesi olduğuna veya herhangi bir parti üyeliği olup olmadığına bakılmaksızın tüm seçmenler katılabilir. Amerikan siyasi partileri, genelde yerel örgütlerin ve eyalet örgütlerinin dört yılda bir başkanlık seçimleri sırasında koordinasyon amaçlı işlemesi üzerine kuruludur. Bu sebeple, Kongre üyeleri; konumlarını, partilerinin genel başkanlığına değil, yerel düzeydeki ya da eyaletteki seçmenlerine borçludurlar. Bunun sonucu olarak da senatörlerin ve temsilciler meclisi üyelerinin kanunlaştırma faaliyetleri sırasındaki tutumları şahsi ve bağımsızdır. Yani; Amerikan Kongresi “tabi-metbu” ilişkisiyle değil, mevkidaşlar ilişkisiyle çalışır. Bu da Kongre’deki politikaların, nerdeyse her kanunlaştırmada yapısı değişebilen koalisyonlarca yürütülmesine imkân verir. Dolayısıyla partilerin blok halinde hareket ettiği kanunlaştırmalar çok çok nadirdir. Öte yandan Anayasa; Kongre’nin yetkilerine de bazı konularda kesin sınırlamalar getirmiştir. Mesela Kongre; ifade hürriyetini kısıtlayacak yasa da yapamaz; geçmişte gerçekleştirilmiş davranışları suç sayan yasa da yapamaz; suç işleyen ya da illegal davranışlarda bulunan bireyleri yargısız mahkûm eden yasa da yapamaz; herhangi bir eyaletten ekstra vergi toplayan yasa da yapamaz; birilerine asalet ünvanı veren yasa da yapamaz…

Başkanlık Sisteminde Başkan tek kişilik yürütme (executive) organıdır. Bu göreve dört yıllık bir süre için, bir Başkan Yardımcısı ile birlikte seçilir. Yürütme yetkisini şahsında toplayan Başkan yasama organının bir üyesi olmadığı gibi; yasama organının üyelerinin seçiminde de herhangi bir rolü yoktur. Başkan; yasa tasarısı hazırlayamaz, yasama çalışmalarına katılamaz ve yasama organının çalışmalarını engelleyemez. Başkanın seçimine yönelik süreç de şöyle işler:  Siyasî partiler, önce eyaletler bazında bir “ön seçim” yaparak “seçici kurul”a (electoral college) delegelerini seçer. Her eyaletin “seçici kurul”a (electoral college) gönderdiği delege sayısı, ABD Temsilciler Meclisi’nde sahip olduğu ve eyalet nüfusunun sayımıyla belirlenen temsilci sayısına ilave olarak iki senatörün de eklenmesiyle bulunan sayıya eşittir. Bu delegeler de “Federal Genel Kurul”da kendi başkan adaylarını seçer. Mevcut başkanın ikinci dönem için aday olması durumunda, başkanın mensubu olduğu parti ön seçim yapmaz ve mevcut başkanı yeniden aday gösterir. Adaylar belirlendikten sonra, her dört yılda bir seçmenler, Başkanı seçecek delegeleri (electoral college); delegeler de başkanı seçer. Bir adayın Başkan seçilebilmesi için, 538 delegenin yarısından bir fazlasının (270) oyunu alması gerekmektedir. Başkan; Senato’nun rızası ve mevcut senatörlerin üçte ikisinin onayı ile antlaşmalar yapmaya; büyükelçileri, diplomatik kişi ve konsolosları, Yüksek Mahkeme hâkimlerini belirlemeye; Anayasa’nın öngörmediği ve yasalarla kurulacak Birleşik Devletler makamları için bütün görevlileri atamaya yetkilidir. Başkan, Başkan Yardımcısı ve Birleşik Devletler’in bütün sivil yetkilileri; vatana ihanet, rüşvet, diğer ağır suçlar ve görevi kötüye kullanmakla suçlanır ve mahkûm olurlarsa, görevlerinden el çektirilirler.

Başkanlık Sisteminin üçüncü organı olan Yargı (Judicial); başında Yüce Mahkeme’nin (Supreme Court) bulunduğu, ülkeye yayılmış bir mahkemeler ağından oluşur.  Yüce Mahkeme, Anayasa tarafından özel olarak oluşturulan tek mahkemedir ve dokuz üyeden ibarettir. Yüce Mahkeme üyeleri kaydı hayat şartıyla atanırlar ve “iyi hâlleri” (good behavior)  sürdüğü müddetçe de ömür boyu görevde kalırlar. İyi hâlin kaybı, yani üyenin suç işlemesi durumunda “impeachment” usulünün işletilmesiyle Senatonun üçte ikisinin oyuyla görevden alınması da mümkündür. Üyelerin hepsini atama yetkisi Başkana aittir ancak, Başkanın ataması “senatonun görüş ve onayı”na bağlıdır. Senato onaylamadan önce, Başkan tarafından önerilen adayın sorgulamasını yapmak için bir komite oluşturur. Komitede sorgulama sözlü ve kamuya açıktır ve adayın siyasal eğilimlerini de özel hayatını da sorgulayabilir.  Güçler ayrılığı ilkesinin herhangi bir organ tarafından ihlali durumunda oluşacak problemleri çözmek yargıya, bilhassa Yüce Mahkeme’ye ait bir görevdir. Yüce Mahkeme’nin kararları mutlak surette bağlayıcıdır. Başkan; Yüce Mahkeme’nin kararlarına karşı, “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum.” gibi cümleleri, aklından bile geçiremez…

AKP Cumhurbaşkanlığı Sistemine gelince: Malum; 15 Temmuz 2016 tarihinde adına “Yurtta Sulh Konseyi” diyen, ne idüğü belirsiz bir askeri cunta tarafından, meşru iktidara “DARBE” girişiminde bulunulunca; AKP, kalkışmanın faillerinin “ATATÜRKÇÜ OLİGARŞİ”ye karşı on-on beş yıllık kendi stratejik ortağı GÜLEN CEMAATİ olduğunu söylemiş ve onları PDY, FETÖ şeklinde isimlendirerek, mevcut müesses nizamı HAŞHAŞİ taktikleriyle ele geçirmeye çalıştıklarından bahisle, PDY, FETÖ’ye yönelik, Türkiye adına “ikinci kurtuluş mücadelesi” başlattığını belirterek, sistem değişikliği taleplerinde bulunmuştu… Cumhurbaşkanlığı Sistemi tam da bu taleplerin ürünüdür. Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın ifadeleriyle kalkışma “Allah’ın lütfu” olmuş ve durum, sistem değişikliğine vesile kılınmıştır. Bu vesile ile 16 Nisan 2017 tarihinde Türkiye, Parlamenter Sistemi bırakıp, AKP’nin teklif ettiği Cumhurbaşkanlığı Sistemini oylamak üzere referanduma gitti. Referandum sonuçları birbirine çok yakın çıktı. “EVET” oylarının oranı yüzde 51.41; “HAYIR” oylarının oranı da yüzde 48.59 oldu ve değişiklik 2019’da yürürlüğe girmek kaydıyla kabul edildi. Ancak; devletin bütün imkânlarının topyekûn seferberliğine rağmen, Anayasa değişikliğinin hepi-topu “yüzde 1. 41”lik bir puan farkıyla kabul edilmesi, AKP için zafer naraları atmayı sağlayacak ihtişamlı bir netice de olmadı. Olmadığı şuradan da belli; AKP, iktidarını, süresi dolmadan bırakarak “erken seçim”e gidiyor. Seçimden galip çıkarsa şayet, geçilecek olan Cumhurbaşkanlığı Sistemi acaba nasıl bir sistem olacak? Acaba Cumhurbaşkanlığı Sistemi, ABD tipi bir Başkanlık Sistemi midir?

Suallerin cevabını; referandum değişikliği çerçevesinde yasama, yürütme ve yargı organlarına matuf yapılan yeni düzenlemelere bakarak vermek yerinde olacaktır. Yasama organını irdelediğimizde; yeni sisteme göre, “milletvekili” sayısı 550’den 600’e çıkacak. Böylelikle temsiliyetin genişleyeceği, vatandaşın kendi ilinde daha fazla temsilciye sahip olacağı söyleniyor. Oysaki temsiliyetle “milletvekili” sayısının azlığı ya da çokluğu arasında direkt bir bağ bulunmamaktadır. ABD Kongresi, 300 milyon nüfusa rağmen 535 üyeyle temsil edilebiliyor da 80 milyon nüfuslu Türkiye’nin Parlamentosu 550 üyeyle niçin temsil edilememekte ve “milletvekili” sayısı 600’e çıkmaktadır? Hele hele, “milletvekili seçilebilme yaşı”nın 18’e indirilmesi evlere şenlik bir durumdur. Eğitim sürecini bile tamamlayamamış bir çocuğun, bırakın milleti, kendini temsil etmesi ne kadar realiteye tekabül eder? Herhalde çocuklar kısa yoldan “köşe dönme”ye heveslendirilecek… Öte yandan temsiliyet dedikleri şey de yine ABD vari gerçek bir temsiliyet değil. Olamaz çünkü “milletvekilleri” ABD’deki gibi, siyasi parti genel başkanından bağımsız bir biçimde ve “ÖN SEÇİM”le belirlenmeyecek. Merkez yoklama usulüyle genel başkan tarafından aday listesine konulan “kişi” olsa olsa yine genel başkanın temsilcisi (tebaası) olacaktır…

Yeni sistemde Yürütme; tek başına Cumhurbaşkanı’ndan ibaret olup, doğrudan halk tarafından seçilecek. Partili Cumhurbaşkanlığı ile siyasetin daha samimi ve reel bir zemine kavuştuğu ileri sürülse dahi Cumhurbaşkanı’nın partili olması, seçildikten sonra bütün milletin Cumhurbaşkanı olacağını garanti altına almaz. Böyle bir iddia, kutuplaştırılan bir toplumda asla gerçekçi değildir. Yine; üst düzey kamu görevlilerini Cumhurbaşkanı’nın kararnameyle atayıp, görevden alması, hızla kendi ekibini kurup icraata başlama imkânına sahip olmasını sağlasa dahi atamaların liyakat ve ehliyet çerçevesinde yapılacağını da garanti altına almaz. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, kendi düşüncesinden olmayan hiç kimseyi üst düzey kamu görevine atamadıysa şayet; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN atamış mıdır? Cumhurbaşkanlığı Sistemine göre; “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilecek… Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleyebilecektir…” Bunun anlamı; Cumhurbaşkanı’nın, kararname adı altında yasama yetkisi kullanacak olmasıdır. Üstüne üstlük, hiçbir denetime de tabi olmamak kaydıyla. Yürütme yetkisine ilişkin konuların neler olduğu, Cumhurbaşkanı’nın takdirine (keyfine) kalmıştır. Cumhurbaşkanı’nın tasarrufları, Anayasa Mahkemesine bile götürülemez çünkü yetki Anayasa ile verilmekte. Mesela bu yetkiye istinaden maazallah İslam karşıtı biri Cumhurbaşkanı seçilse, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 1932’de yaptığı üzere EZAN’ı Türkçe’ye çevirebilir ya da yasaklayabilir (Malum; CHP bu yasağı 1950’ye kadar sürdürmüştü.)… Bırakın EZAN’ı (Niye bırakacaksanız?) yine Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 1934-1936 yılları arasında yaptığı gibi “TÜRK MÜZİĞİ”ni bile yasaklayabilir (CHP’nin 6 okundan Milliyetçilik ve Halkçılık okları öyle gerektirmiştir herhalde?)… Açıktır ki Cumhurbaşkanlığı Sisteminde, Cumhurbaşkanı anayasal olarak bu salahiyetle mücehhezdir. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Cumhurbaşkanı’nın re’sen ve tek başına yapabileceği bir işlemdir, o kadar. Ne gariptir ki AKP’nin niteliği kendinden menkul kalemşörleri, yeni sistemi savunmak ve halkı yanlışa kanalize etmek adına, EZAN’ın yasaklanması olayını Mustafa Kemal ATATÜRK değil de o öldükten sonra İsmet İNÖNÜ yapmış gibi manipülatif propagandalar yapıyorlar… Gazete köşesinden, Kemal KILIÇDAROĞLU’na hitaben şu cümleleri sıralayan “İslamcı-yazar”ın muradı acep ne ola ki: “İsmet Paşa’nız, Gazi Paşa’nın yokluğunu fırsat bilmiş olacak ki, vefatının ardından tam 18 sene bu ülkenin minarelerinden ezan okunmadı.”… “İslamcı-yazar”, İsmet İNÖNÜ’ye karşı apaçık iftira ediyor…

Yeni sistemde güya; Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluk hali değiştirilerek, “cezai sorumluluğu” ayrı bir madde olarak düzenleniyor… Ancak, Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla 600 sandalyeli Meclis’te 301 milletvekilinin imzasıyla önerge verilebilecek. Meclis, 360 milletvekilinin gizli oyuyla soruşturma komisyonu kurabilecek. Soruşturma komisyonu, Yüce Divan’da yargılanma kararı verirse Cumhurbaşkanı ancak 400 milletvekilinin gizli oyuyla yargılanabilecek. Seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olan Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erecek… Tabi bu ifadelerin hepsi birer temenni zira Cumhurbaşkanı seçilen şahsın partisi çoğunluğu teşkil edeceği ve onları listeye koyan da aynı Cumhurbaşkanı olacağı için yargılama asla mümkün olmayacaktır… 17-25 Aralık yolsuzluk isnatlarında AKP kendi oylarıyla, itham edilen Bakanları Yüce Divan’a gitmekten kurtarmadı mı? Yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın, Meclis karşısında daha güçlü olacağı da çok açık. Çünkü Meclis, ancak 360 oyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilecekken; Cumhurbaşkanı tek başına karar alabilecek. Seçim kararının, ikinci dönemde vuku bulması halinde ise aynı Cumhurbaşkanı’na üçüncü kez adaylık yolu açılacak… Hani ya cumhurbaşkanlığı süresi iki dönemle sınırlandırılmıştı?

Yargı da şöyle tanzim edilecek: Ülkedeki tüm mahkemelere “hâkim-savcı” atama yetkisine sahip üst kurul, Hâkimler ve Savcılar Kurulu, 12 üyeden oluşacak. Kurulun başkanı yine adalet bakanı. Kurulun 5 üyesini Cumhurbaşkanı doğrudan atayacak. Bu üyelerin ikisi hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından, ikisi birinci sınıf hâkim ve savcılardan, biri idari yargıdaki hâkim ve savcılardan olacak. 3 üyeyi Yargıtay; 1 üyeyi Danıştay seçecek. 2 üye de TBMM’de seçilecek. Meclis’in seçeceği hukukçu akademisyen ve avukat adaylar, Meclis Başkanlığına başvuracak. Meclis’teki seçimde ilk turda 400, ikinci turda 360 çoğunluk aranacak. İkinci oylamada da sonuç alınamazsa en çok oyu alan iki aday arasında kura çekimi yapılacak. HSK üyeleri dört yıl için seçilecek. Açıktır ki yeni sistemde, Adalet Bakanı ve Kurulun 5 üyesi, yani 6 üye doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Meclisteki 6 üye seçimi ise çoğunlukta olan partiye endekslidir. Cumhurbaşkanı seçimiyle Parlamento seçiminin birlikte yapılacak olmasının doğal sonucu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun Cumhurbaşkanı tarafından teşkil edilmesidir. Benzer bir durum Anayasa Mahkemesi için de geçerlidir. Şöyle ki: Cumhurbaşkanı; Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 4’ünü doğrudan; 5’ini Yargıtay ve Danıştay’ın teklif ettikleri arasından, 3’ünü de YÖK’ün teklif ettikleri arasından atayacak. Geri kalan 3 üyeyi ise kuvvetle muhtemel, TBMM’de, Cumhurbaşkanı’nın çoğunluğu elinde tutan partisi seçecek ki bunun anlamı da yine Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek olmalarıdır. Bu zaviyeden bakıldığında; varlığını Cumhurbaşkanı’na borçlu olan Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun da Anayasa Mahkemesi’nin de maalesef “bağımsız” ve “tarafsız” olması mümkün görünmemektedir.[1]

Ana hatlarıyla karşılaştırıldığında ABD Başkanlık Sistemi ile AKP Cumhurbaşkanlığı Sistemi arasındaki fark daha kolay anlaşılacaktır: Başkanlık Sistemi, mutlak surette “kuvvetler ayrımı”na dayanır… Cumhurbaşkanlığı Sistemi ise kuvvetlerin “tek el”de toplandığı bir “kuvvetler birliği” sistemidir… Başkanlık Sistemi’nde; Kongre üyeleri (Temsilciler Meclisi ve Senato) varlıklarını Başkana borçlu değildirler; aynı partiden olsalar bile Başkan karşısında bağımsız hareket ederler. Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde ise “milletvekilleri” varlıklarını partilerinin genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’na borçludurlar ve asla bağımsız hareket edemezler… Başkanlık Sistemi’nde; “bakanlar” (secretaries) ve “üst kademe kamu yöneticileri”, Senato’nun onayıyla Başkan tarafından atanır. Başkan, Senato ile uzlaşmak zorundadır. Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde ise atama yetkisi herhangi bir makamın onayına tabi olmaksızın tek başına Cumhurbaşkanı’na aittir… Kısacası; Cumhurbaşkanlığı Sistemi; yasamanın Cumhurbaşkanı karşısında bağımsızlığını ortadan kaldırdığı gibi, yargının da Cumhurbaşkanı karşısında bağımsızlığını ortadan kaldırmaktadır. Öngörülen sistemde, yasama organı nasıl Cumhurbaşkanı’nın kontrolü altına girecekse, aynı sebepten dolayı, yargı organı da girecektir… Dolayısıyla da Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin asıl adı olsa olsa  “kuvvetler birliği” sistemi ya da MONOKRASİ olacaktır.[2]

Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; referandum sürecinde propaganda yaparken, “ATATÜRK olsaydı evet derdi.”, ifadelerini kullandığında; haddizatında doğru söylüyordu çünkü AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Sistemi, tam anlamıyla işletilecek olursa son kertede ATATÜRK döneminin adı Cumhuriyet olan “Tekparti Diktatörlüğü” ile aynileşecektir… Bilenlerin malumudur; ATATÜRK, hayatı boyunca demokratik hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı “kuvvetler ayrımı” prensibinin daima karşısında yer almıştır… Binaenaleyh Cumhurbaşkanlığı Sisteminin yürürlüğe girmesiyle ATATÜRK döneminin “TEK ADAM” rejimine behemahal dönüleceği izahtan varestedir… Garip olan şu ki iktidar öncesi hayatları boyunca ATATÜRK döneminin “TEK ADAM” rejimine sövüp sayan AKP’nin “İslamcı” hiçbir mensubu, gidişatın yanlışlığını her nedense (“Tamamen Duygusal”) bugüne kadar dile getirememiştir… Hani ya haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandı? Hani ya mâsiyette itaat yoktu? Maalesef AKP’nin “İslamcı” mensupları, kendilerini İslam’a nispet etseler de ne yönetici pozisyonunda bulunanları; Halife Ebu Bekir gibi; “Ben, en faziletliniz olmadığım halde üzerinize yönetici tayin edildim; mâruf üzere gidersem bana itaat ediniz; eğer bir hata yaparsam, bana itaat etmeniz gerekmez.” diyebilmekte; ne de yönetilen pozisyonunda bulunanları; Halife Ömer’in; “Bir hata yaptığımda beni nasıl düzeltirsiniz?”, sualine, “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz Ey Ömer.”, diyen Sahabe gibi cevap verebilmekte… Acaba neden???

 

[1] http://erdoganmustafa.org/

[2] www.anayasa.gen.tr/gozler.htm

Bu yazı Güncel Yazılar, Siyaset kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.