AKP’nin İrtifa Kaybına Çare: Yeni Ömerler

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 Genel Seçimleri Seçim Beyannamesi’nden bazı cümleler şöyleydi: Partimiz; temiz kadroların öncülüğünde, siyaseti yeniden milletle buluşturmak için kapsamlı bir programla umut ve güven dolu bir geleceği yeniden tesis etmek üzere yola çıkmıştır. Ülkemizin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini, modernleşme sürecimizin doğal sonucu olarak görmektedir. Avrupa ile bütünleşmemize karşı çıkan çevrelerin; milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, milli ve yerel kültür konularındaki ideolojik yaklaşımları Kopenhag Kriterleri’nin (Demokrasi, Hukukun Üstünlüğü, İnsan Hakları, Azınlıklara Saygı, Serbest Piyasa Ekonomisi, Topluluk Müktesebatına Uyum) hayata geçirilmesini geciktirmektedir.

Partimiz; bürokratik devletçi yönetim anlayışını sürdürmeyi amaçlayan bu kavramların, bireyin hukukunu gözeten, halkın katılımını esas alan demokratik, sivil ve çoğulcu bir anlayışla yeniden ele alınmasından yanadır. Yönetme ve siyaset yapma yetkisinin topluma ait bir hak olduğuna inanır. Halk bu yetkisini hür ve serbest seçimlerde yöneticilere devreder. Siyasi alanın daralmasına, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına, bürokrasinin siyasetin yerine ikame edilmesine, kamuda göreve alınmada eşitsizliklere, eğitim hakkının sınırlanmasına neden olan düzenlemeler ve uygulamaları değiştirecektir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanması, teşebbüs özgürlüğünü sınırlayan engellerin kaldırılması, yönetimin şeffaf hale getirilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde atılacak cesur adımlar, toplumun kendi gücüyle çağdaşlaşmasının önünü açacaktır.

2002’den 2019’a köprülerin altından 18 yıl boyunca çok sular aktı; Adalet ve Kalkınma Partisi çıraklık ve kalfalık dönemlerinde belli ölçülerde sözünü tuttuysa da ustalık döneminde değişti… Avrupa Birliği Kriterlerine uyum bir kenara; siyasi etik yasası dahi çıkarılmayarak Avrupa Birliği’nden vize muafiyeti alınması engellendi… Kopenhag Kriterleri’nin hayata geçirilmesine mani olduğu söylenen “milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, yerlilik, millilik” gibi söylemler yüceltilmeye; “cumhurbaşkanlığı sistemi işbirliğini gerektiriyor”; denilerek, o söylemleri şiar edinen ulusçu-ulusalcı partilerle ittifaklar yapılmaya başlandı… Yönetme yetkisini halk, hür ve serbest seçimlerde yöneticilere devreder; kaydına rağmen seçilen insanlar hukuki bir gerekçe olmaksızın idari tasarruflarla görevinden alınarak, mevkilerine kayyımlar geçirildi… Evrensel insan haklarına dayanmak şöyle dursun, doğal haklar bile tanınmaz oldu… Azınlıklara saygı değil, asimile olmayan defolsun gitsin noktasına gelindi… Serbest piyasa ekonomisinden öte, merkezi planlamaya geçildi… Topluluk müktesebatına uymak bir tarafa, uyulmayacağını göstermek adına “İdam cezası meclisten çıkarılsın, ben onaylarım.” cümleleriyle aleyhte kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı… Kuruluşunda mücadele sözü verdiği 3Y ile (yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) kendisi anılır oldu… Adaletten uzaklaşıldı… Hukukun üstünlüğü yerine, siyaset güdümlü yargı inşa edildi… Adil yargılanma hakkı bir tarafa; hukuk siyasallaştırılıp, “berâet-i zimmet asıldır” ilkesi ve “hiç kimse bir başkasının suçunu-sorumluluğunu taşımaz” (Zumer Suresi 7.) ayeti yok sayılarak, kanun hükmünde kararnameler ile hiçbir alakası bulunmayan masum insanlar terör örgütleriyle “irtibatlı ve iltisaklı” ithamıyla işinden ve aşından edildi… Yetmezmiş gibi, hak arama özgürlükleri engellenip, ülkeleri sahiplerine yaşanamaz kılınarak; adalet Gâvur Elleri’nde - AİHM’de dilenilir hale getirildi… Hukukun üstünlüğü “muktedirlerin hukuku”na; siyasi yönetim anlayışı da temel hak ve özgürlükler ve ahlakilik haricindeki “iktidara itaat ve biat”a endekslendi… Kamusal alandaki görevlendirmeler ve seçimlerde liyakat ve ehliyet ilkesine boş verilip, “sen-ben-bizim oğlan” yöntemi esas alındı… Ülkedeki gidişatın kötülüğü; muhalefet de aşılarak partiden tard edilen eski mensupların davalarının yükünü kaldıramamalarına, yollarını kaybetmelerine ve ihanetlerine bağlanır oldu… Hasılı; eksiğiyle gediğiyle var olan parlamenter demokrasi, cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında ucube bir monokrasiye (Tek Adam Rejimi’ne) dönüştürüldü… Bu nevi pratiklerin ısrarla ve inatla sürdürülmesinin neticesi olarak da Ak Parti, ayak oyunlarıyla istifa ettirilen eski genel başkanı ve başbakanı Ahmet DAVUTOĞLU’nun ifadeleriyle AKP’leşti ve hızla irtifa kaybetmeye başladı… İşte bu irtifa kaybına çareler aranırken; Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 18. Kuruluş Yıl Dönümü kutlamalarında “Yeni Ömerler”e ihtiyaç duyulduğunu; “Kardeşlerim, bize Yeni Ömerler lazım. İşte biz bu Ömerleri bulduğumuz zaman bilesiniz ki şu anda geldiğimiz konumdan çok daha farklı bir konuma çıkacağız.” cümleleriyle beyan etti…

Acaba aranan Yeni Ömerler kimlerdir? Ömer b. Hattab mı Ömer b. Hişam mı? Hangisi mevcut AKP’nin “beka” problemini çözebilir? Bilenlerin malumudur; rivayet o ki İslam’ın Peygamberi tevhid, ahlak ve adalet mücadelesinin altıncı yılında Mekke toplumunun egemenleri, müşrik Arapların şiddetli baskılarına maruz kaldığında şöyle dua etmiş: “Allah’ım; iki Ömer’den (Ömer b. Hattab veya Ömer b. Hişam) biri ile İslam’ı aziz kıl, güçlendir.” Yani ikisinden birine hidayet nasip et ve İslam’ı desteklemelerini sağla… Zira söz konusu günler; sayıları daha henüz kırk kişiyi bile bulmamış olan Müslümanlar için hayli zor günlerdi… Hazreti Muhammed’i, yeni bir toplumsal düzeni hedefleyen sözlerinden, tebliğinden ötürü ölümle tehdit edenler; tehditlerini onun tebliğini kabul eden insanlar üzerinde tatbik ediyor, hakaretlere, işkencelere, ekonomik boykotlara, tehcire muhatap kılıp, onlara hayat hakkı bile tanımıyorlardı (Yasir Ailesi sadece ve sadece İslam’ı kabul ettikleri için işkenceyle katledilen ilk Müslümanlardı.)… Bir grup Müslüman da sırf bu yüzden Habeşistan’a göç etmek zorunda bırakılmıştı… Duanın yapıldığı atmosfer böyle bir atmosfer; desteği arzulanan Ömer b. Hattab ve Ömer b. Hişam da mevcut Mekke toplumunun egemen kesiminin iki güçlü simasıydı…

Ömer b. Hattab; TDV. İslam Ansiklopedisi’nde anlatıldığına göre; evveliyatında, Kureyş’in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı, İslâmiyet’e ve Peygamber’e düşman biriyken, üstelik onu öldürmek niyetiyle yola çıkmışken Müslüman olmuştur. Rivayet o ki Mekke’nin hiyerarşik, eşitsiz, köleci kadim düzenini değiştirmek niyetiyle “peygamberlik iddiasında bulunan” Muhammed’i öldürecek olana, Ömer b. Hişam’ın; 100 deve vaadi üzerine yola çıkan Ömer b. Hattab; karşılaştığı Nuaym b. Abdullah’tan, kendi kız kardeşi Fâtıma ile kocası Saîd b. Zeyd’in de Müslüman olduğunu öğrenince onların evine gitmiş; onları, Kur’an’dan Tâhâ Sûresini okurken bulmuş, okudukları şeyi kendisine vermelerini istemiş, isteği reddedilince onları dövmüş, kız kardeşi okudukları şeyi vermek zorunda kalınca da Tâhâ Sûresini okumuş, okuduğu şeyin hakikatinden ve belagatından çok etkilenmiş, tekrar tekrar okumuş ve Müslüman olmaya karar vermiştir. Onlardan, Peygamber’in, Erkam’ın evinde olduğunu öğrenip oraya gitmiş ve kendisine tevhid, ahlak ve adalet davetine icabet etmek üzere tabi olmuştur. Ertesi gün de İslamiyet’i kabulünü Kureyşliler’e ilân ederek, Müslümanların ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kılmalarını sağlamıştır… Hayattayken Peygamber’in tevhid, ahlak ve adalet davasının en yakın ikinci destekçisi rolünü üstlenen Ömer b. Hattab, onun ölümünden sonra da halife seçilen Ebû Bekir’in destekçisi olmuş, Ebû Bekir’in üç yıllık yönetiminin ardından da ilk halifenin nasbıyla ikinci halife olmuştur… Halifeliği döneminde ülke toprakları Hicaz, Yemen, Bahreyn, Suriye, Kûfe, Basra (Irak), İran ve Mısır’ı kapsayacak şekilde genişlemiştir…

Ömer b. Hattab; toplumu ilgilendiren her hususta insanları Mescid-i Nebevî’ye çağırır, onlarla istişare eder, onların her türlü sual sormasına imkân tanır, daha da ötesi kendisinin hata yaptığında eleştirilmesini hatta ve hatta düzeltilmesini talep ederdi… “Hata yaptığımda ne yaparsınız?” sualine karşılık, halkın “Kılıçlarımızla düzeltiriz.” cevabı meşhurdur… Ömer b. HattabEmir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker esasına bağlı kalarak hükmü önce kendi şahsında uygular, başkaları için geçerli olan kuralları aile mensuplarına da tatbik ederdi… Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp, asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde ise kendisi beytülmâlden onlara yiyecek taşırdı. Kölelerin azadını sağlamaya çalışır, hayvanlara fazla yük yükletilmesine bile müdahale ederdi. Beytülmâl gelirlerinden olan zekâtın, humusun ve İslâm devleti hâkimiyetine giren gayrimüslimlerin barış zamanında verdikleri feyin Kur’an’daki hükümlere göre Müslümanlara dağıtımını temin eder; savaşarak ele geçirilen yerlerde yaşayan halkın da barış yoluyla ele geçirilenler gibi zimmî statüsüne dahil edilmesine, kendi dinlerinde kalmak istedikleri takdirde kalmalarına, ayrıca ziraata elverişli topraklarının ödeyecekleri vergi karşılığında kendilerine bırakılmasına özen gösterirdi… Suriye’ye seyahati esnasında gördüğü, cizye ödeyebilmek için dilenen yaşlı bir Yahudi’yi cizyeden muaf tutmuş; Câbiye’ye giderken gördüğü cüzzamlı Hristiyanlara da zekât verilmesini “Sadakalar ancak fakirler ve miskinler içindir…” (Tevbe 9/60) âyetindeki “miskinler”in Ehl-i Kitap’tan olan fakirler olduğuna hükmederek kararlaştırmıştır. Gayrimüslimlere tam bir inanç hürriyeti sağlamış, âteşgedeleri, kilise ve havraları korumuştur. Mısır’ın fethine şahit olan Nikou Piskoposu Jean; Müslümanların,  kiliselerden bir şey almadığını, onları yağma etmediğini, emlâkine el koymadığını ve Hristiyanların işlerine karışmadığını açıkça dile getirmiştir… Ömer b. Hattab, görevlendirdiği idarecilerin servetlerini kaydettirir, servetlerinde aşırı miktarda artış olanların durumlarını araştırır, gerekirse servetlerinin bir kısmına el koydurtur ve onları cezalandırırdı. Savaşta dahi nasıl davranılacağıyla ilgili prensipler belirler; önce karşı tarafla temasa geçilmesini, onlara elçilik heyeti gönderilmesini, bu heyetin onları İslâm’a davet etmesini, kabul etmedikleri takdirde cizye ödemelerinin teklif edilmesini, bunu da kabul etmezlerse savaşılacağının kendilerine bildirilmesini isterdi. Savaşta insanlık dışı tecavüzlerde bulunulmamasını, tenkil yapılmamasını, kadın ve çocukların öldürülmemesini tembih ederdi… Kadı/hakim tayin ettiği Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye gönderdiği, İslâm hukuk tarihinde önemli bir yeri olan mektubunda kadının/hakimin tarafsızlığı, tarafların delil getirme yükümlülüğü, anlaşıp barışma ve kadının/hakimin hatalı kararından dönmesi gibi yargılama usulünün temel meselelerine temas ederken Kur’an ve Sünnet’te bulunmayan hususlarda kıyas yapılması, aksi sabit oluncaya kadar bütün Müslümanların dürüst birer şahit olarak kabul edilmesi, tarafsızlığa, doğru ve kanunî delillere önem verilmesi, keyfî delillerin reddedilmesi, delilin bulunmadığı durumlarda ise yemine başvurulması gibi esaslara riayeti emrederdi… Devlet idaresinde âdalet (Mâide 5/8), işlerin ehline havale edilmesi, liyakat (Nisâ 4/58) ve bilhassa istişare (Âl-i İmrân 3/159; Şûrâ 42/38) temel ilkeleriydi… Peygamber’in onun hakkında “Allah, gerçeği Ömer’in lisanı ve kalbi üzere yarattı.”; Peygamber’in eşlerinden Hazreti Aişe’nin de “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner.” dediği nakledilir… Ömer b. Hattab, on yıllık halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamaya dikkat etmiş, ölünceye dek sıradan bir Kureyşli gibi yaşamıştır…

Ömer b. Hişam ise yine TDV. İslam Ansiklopedisi’nde anlatıldığına göre; Ebü’l-Hakem olan künyesi İslamiyet’e düşmanlığı sebebiyle Peygamber tarafından Ebû Cehil şeklinde değiştirilen kişidir… Mekke’nin hiyerarşik, eşitsiz, köleci kadim düzeninin yönetim merkezi Dârünnedve’nin en önemli üyelerinden biri olan Ömer b. Hişam, Peygamber’in tevhid, ahlak ve adalet davetine başından beri karşı çıkmış ve Müslümanlar aleyhinde hazırlanan bütün komplolarda yer almıştır… İdarî ve ticarî nüfuzundan ve servetinden güç alan Ömer b. Hişam, hayatı boyunca tevhid, ahlak ve adalet daveti aleyhinde çalışmış, böylelikle de insanların Müslüman olmasını engellemiş, Müslüman olanları da tehditle inançlarından vazgeçirmeye gayret etmiştir… Ammâr b. Yâsir’in annesine ve babasına Peygamber’in davetini kabul ettikleri için ağır işkenceler yapıp, onları öldüren erbab-ı zulüm Ömer b. Hişam’dır… Hicretten birkaç yıl önce Kureyş kabilesinin on kolundan biri olan Benî Mahzûm’un reisliğine seçilen Ömer b. Hişam, Peygamber’e ve Müslümanlara her fırsatta sözlü ve fiilî saldırıda bulunmuş, Müslümanlara karşı başlatılan boykotlarla onların Ebû Tâlib mahallesinde üç yıl boyunca tecrit edilmesine önderlik etmiş, dışarıdan yapılmak istenen yardımlara da sürekli engel olmuştur… Peygamber’in Medine’ye hicretine mâni olmak için Dârünnedve’de yapılan toplantıda, onun her kabileden seçilecek gençler tarafından öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi evini muhasara altına alarak öldürülmesini planlayan kişi de yine Ömer b. Hişam’dır… Bedir Savaşı’nda öldürülen Ömer b. Hişam; tevhid, ahlak ve adaleti öngören İslâmiyet aleyhindeki faaliyetleri ve ashabına yaptığı zulüm ve haksızlıklar sebebiyle Peygamber tarafından ümmetin karşısındaki firavun diye tavsif edilmiştir… Hülasa; Ömer b. Hişam’ın temel vasfı hiyerarşik, eşitsiz, köleci düzen savunuculuğu ve tevhid, ahlak ve adalet daveti düşmanlığıdır…

Bu uzun biyografik tanıtımlardan sonra; Ahmet DAVUTOĞLU’nun sorduğu sualleri mealen de olsa tekrar sormak () kaçınılmazdır: Ustalık dönemi itibarıyla başkalaşan AKP’nin yönetimi; siyaset etme tarzlarıyla ilgili fikir beyan eden herkesi hain görmeye yöneliyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Ömer b. Hattab’ın toplumundaki gibi, “Nerden buldun?” sualini sormak isteyenleri, ihanetle suçluyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Daha düne kadar stratejik ortağı olan, şimdilerdeyse adına FETÖ dedikleri Gülencilerin; on yıl boyunca sınav sorularını çalıp, mensuplarını ahlaksızca askeri okullara, polis okullarına, üniversitelere yerleştirmelerine; bin bir çeşit kumpasla adliyeyi, askeriyeyi, emniyeti ele geçirmelerine göz yumanlar kendileri değilmişçesine, bugün muhalif herkesi FETÖ ortaklığı ile itham ediyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı?  Kanun Hükmünde Kararnamelerle suçsuz, günahsız yüz binlerce insanı aç bırakıp, zulmediyorsunuz diyenleri, suskunluğa mahkum etmeye çalışıyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Adil mahkeme kararları olmaksızın seçilmiş insanlar yerine kayyım atamak yanlıştır diyenleri, “sizin yerinize de kayyım atarız ha” diye tehdit ediyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Adlî makamlara siyaset bulaştırarak, kaybedilen seçimleri yeniletmeye çalışmak doğru olmamıştır, diyen insanları, siyasete bulaşan yargıçlar üzerinden parmak sallayarak korkutuyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Kendisine muhalefet eden kadın siyasetçi genel başkanı, dokunulmazlığın yok dikkatli ol hapsi boylayabilirsin, yollu tekdir ediyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Kendisine yüzde yirmi yedi zam, kamu çalışanlarına yüzde dört zam veriyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Siyaset anlayışına yıllarca karşı çıkmış; kendisini firavunluk, karunluk, belamlık gibi yüz kızartıcı suçlarla itham etmiş  (http://youtube.com/watch?v=sM2Dsk2Kb-0) birilerini makam-mevki vererek tebaaya dönüştürüyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı? Ahlak, hukuk, liyakat, ehliyet, şura ilkelerinden sapıp, ortak aklı yok ederek sistemi “karizma” safsatalarıyla monokrasi-tekadam rejimine dönüştürdünüz, eleştirilerini görmezden geliyorsa aradığı Yeni Ömer, Ömer b. Hattab mıdır yoksa Ömer b. Hişam mı?  Sahi size de Yeni Ömer b. Hişamlar, mevcut AKP’nin irtifa kaybına daha uygun çare olarak (geçici de olsa) görünmüyor mu???

Bu yazı Güncel Yazılar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.