Siyasî Radikalizm ve İslam Üzerine

Selefi Müslümanlık ve Hilafet iddialarıyla Orta-Doğu’yu ve Batı’yı dehşete düşüren IŞİD adlı örgüt; “Siyasî Radikalizm ve İslam” mevzuunu bugünlerde yeniden gündeme getirmiş bulunmakta… Siyasi Radikalizm, mevcut toplumsal yapıyı ve değerler sistemini bütün yönleriyle şiddet kullanarak, devrim (revolution) yoluyla kökten değiştirmeyi hedefleyen politik yaklaşımı ifade eder. Britannica Ansiklopedisi, on sekizinci yüzyılda politik spektruma dâhil edilen “radikal” kavramının ilk kullanımını Whig Parlamenterlerin İngiltere’de muayyen bir zümreye ait olan “oy hakkı”nı genelleştirmek için ileri sürdükleri “radikal reform” tasarısına bağlamaktadır. Ancak kavram; reformculuğu aşan “devrimci yöntem” anlamındaki asıl içeriğini, Fransa’da ve Amerika’da özellikle de Marksistler ve şiddet yoluyla toplumsal değişimi savunan akımlarca benimsenmesi neticesinde kazanmıştır. Tarihî açıdansa radikalizm; münhasıran “radikal sol” adı altındaki aşırı sol politikaları kategorize etmek için kullanılmış fakat günümüzde geleneksel yaftalamalarla siyasi düşünce jargonunda “reactionary”, (gerici) diye adlandırılsa da devrimci unsurları içeren “radikal sağ”, aşırı sağ politikaları nitelemek için de kullanılmaktadır…

Kavramın menşeinin Batı olması ne yazık ki temsil ettiği zihniyetin siyasî yansımalarını sadece Batı’ya münhasır kılmamakta, İslam dünyasını ve tabii ki Türkiye’yi de etkileyecek şekilde geniş bir yelpazeye yaymaktadır… Musul-Türk Büyükelçiliği’ni basıp, Türk topraklarını işgal ederek, tüm büyükelçilik personelini rehin alan ve aylarca serbest bırakmayan bir örgütün zihniyetinin Türkiye’yi etkilemediğini söylemek gülünç olmaz mı? Baskın olayına gereken cevabı aylarca veremeyen ve vatandaşlarının aylarca rehin kalmasına ses çıkaramayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hal-i pürmelaline de söylenecek çok şey vardı ya şükür ki sonuçta sağ-salim kurtarıldılar… Böylesi olayların bir daha yaşanmaması için devlet ricaline mesuliyetlerini hatırlatıp, “Siyasî Radikalizm ve İslam” mevzusuna dönecek olursak, mevzuyu iki açıdan irdelemek galiba yanlış olmayacaktır. Birincisi: Acaba “Radikal İslam” denilen zihniyet, nasıl oluyor da Müslümanlar arasında kabul görebiliyor? İkincisi: Teknik anlamıyla “siyasî radikalizm” acaba İslam’la bağdaştırılabilir mi? Açıktır ki suallerden birincisi sosyolojik bir mesele; ikincisi ise teolojik bir meseledir. Dolayısıyla cevapların kendi bağlamında verilmesi olayları elbette daha anlaşılır kılacaktır…

Sosyolojik açıdan bakıldığında; şüphesiz “Radikal İslam” düşüncesinin Müslümanlar arasındaki zuhuru, evleviyetle Batı dayatmacılığından kaynaklanmaktadır. İslam dünyasına yönelik Batılı devletler tarafından gerçekleştirilen İstilalar, işgaller ve kültür emperyalizminin zorlamaları sonucu İslam ülkelerinde kurulan Batı yanlısı yeni kukla rejimler, İslamî değerlerin laik, Batılı değerlerle değişime tabi tutulması, küreselleşme ve yabancılaşmanın doğurduğu sorunlar açıktır ki Müslümanlar nezdinde, Batı karşısındaki ezikliğin, siyasî iktidarın bir biçimde ele geçirilmesiyle giderilebileceği zannını oluşturmaktadır. Siyasî iktidara aşırı önem atfedilmesinin sebebi, iktidar vasıtasıyla özel ve kamusal alanın yeniden İslamî değerlerle tanzim edilebileceğine ve meşruiyetin yeniden tesis edilebileceğine dair duyulan inançtır. Güya bu sayede de Müslümanlar tekrar eskisi gibi hak ettikleri mevkiye yükselebilecektir. Değer merkezli bu yorumlamaya istinat ettiği içindir ki IŞİD vari örgütler enternasyonal olabilmekte ve dünyanın dört bir tarafından militan devşirmektedir. Böyle düşünen militanların idealize ettikleri temel husus, gayri İslami ve adil olmayan siyasî otoritelere ve gayrı Müslimlere karşı silahlı eylemin, “cihad”ın meşru olduğudur. Meşruiyet ve cihat türü kavramların, İslamî referanstan yoksun modern ideolojilere ve siyasî rejimlere karşı bir hayli kullanışlı olduğu açıktır. Dolayısıyla mevcut siyasî şartlar dikkate alındığında radikal İslam denilen şey, tam da bu şartlarda muhalefetin en bariz dayanağı haline gelmekte ve radikal eylemler de maalesef yine bu şartların doğal bir sonucu olarak tezahür etmektedir. Radikalleşmede; dış kaynaklı bu şartlara, İslam ülkelerindeki baskıcı rejimlerin İslamcı hareketleri siyasî sürece dâhil etmemelerini, onları engellemeye ve sindirmeye çalışmalarını da ilave etmek gerekir. Dahası siyasî sürece katılımın yasaklandığı her durumda ılımlı kesimlerin giderek radikalleştiği de bir gerçektir. Kısacası, radikal İslam diye tanımlanan entitenin temelinde yatan ana unsur, Batılı ve Batıcı hegemonya karşısındaki Müslüman kimliğin mağlubiyeti ve mağlubiyetten sıyrılmak için gösterilen insiyaki reaksiyondur.

Radikalizm; İslam dünyasında daha ziyade yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra görülen tepkisel bir harekettir. Modernleşme, uluslaşma, laiklik, tarıma dayalı ekonomik düzenin bozulması, montaj sanayiine bağlı olarak kırsal kesimden şehirlere göç ve şehirlerde tutunamama gibi nedenlerle geleneksel yapının bozulması radikalleşmenin başlıca amilleridir. En önemli temsilcileri olarak da Seyit Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati gibi ideologlar kabul edilir. Bu düşünürlerin ortak görüşü, İslam’ın bir din olmakla birlikte aynı zamanda kapsamlı bir sosyal, siyasî, ekonomik, hukukî, vs. model olduğu ve Batı kaynaklı mağlubiyetlerden ve ezilmişliklerden kurtuluş için de “öze dönüş”ün gerekliliğidir. Öze dönüşün önündeki en büyük engel de Batı ve Batıcı rejimler olduğuna göre ve bunlar da değişimin kendiliğinden (spontane) gerçekleşmesine izin vermeyeceklerine göre onlara karşı “devrim” (cihad) kaçınılmazdır. Entegrist olmayan bir “öze dönüş” arzu edilebilir ise de “altın çağ”ın ihyasının “devrim” sayesinde gerçekleşeceğini iddia etmek hayli tartışmalıdır. Ayrıca; “Radikal İslam”, İslam’ın “modernleşme”ye gerek duymayan evrensel bir sistem olduğu şeklindeki Selefi bakış açısını yeniden gündeme getirmekte ise de bu modeli, “modern toplum”a, yani kültürel, siyasî ve ekonomik alanların farklılaştığı topluma uyarlamaktadır. Oysaki radikal İslamcılara göre, İslamî toplum ancak siyaset yoluyla mümkündür fakat siyasî kurumlar da ancak insanların erdemliliğine bağlı olarak işler. Öte yandan erdem de yalnızca İslamî toplum mevcut olursa kabildir. Görüldüğü gibi bu durum kısır bir döngüdür. Bu döngüden nasıl çıkılmalı? Erdemli insan olmadan İslam devleti olmaz, İslam devleti olmadan erdemli insan olmaz. Bu problem radikal İslam’ın onulmaz bir açmazıdır.

Diğer taraftan; radikalizmin toplumsal değişmeyle ilgili teorik değerlendirmesine yönelik tenakuzlarından bahsetmek de oldukça zordur. Mesela ne Cezayir’de ne Mısır’da ne Tunus’ta ne de Sudan’da demokratik-spontane değişime izin verilmiştir. Demokratik-spontane değişimi isteyen Müslümanlar ne yazık ki askerî darbelerle şiddetli bir şekilde sindirilmiş ve bastırılmışlardır. Bu ülkelerde Müslümanlar halâ baskı altında tutulmaya devam edilmektedir. İslamî anlamdaki “öze dönüş” hareketinin tek mümkün örneği (neticede toplum olması gereken ölçülerde İslamileşemese de -çünkü İslam zorla kalplere girmemektedir-) sadece İran olmuştur. O da maalesef “devrim” yöntemiyle realize edilebilmiştir. “Öze dönüş” hareketlerinin en mahzurlu tarafı, “altın çağ”a dönüş adına tüm geleneği reddetmeye kalkışmasıdır. Tabiatıyla bu da İslamî hayat tarzına karşı yabancılaşmayı doğurmakta, alternatif bir hayat tarzı üretemeyince de paradoksal bir biçimde, sözde karşı olduğu Batılı hayat tarzına ister istemez entegrasyona dönüşmektedir.

Acaba demokratik-spontane değişime istisnai bir örnek olarak Türkiye gösterilebilir mi? Bu suale müspet cevap vermek doğrusu pek de mümkün görünmemektedir. Şöyle ki askerî darbelerle siyasî katılım sürecine dâhil olmaları sürekli engellenen Müslümanlar 28 Şubat post-modern darbesine duyulan tepkiler sonucu demokratik-spontane bir yolla 3 Kasım 2002 tarihinde iktidarı ele geçirmişlerse de bunu İslamî anlamda bir “öze dönüş” olarak nitelemek o kadar kolay değildir. Müslümanların iktidarındaki Türkiye’de İslamî “öze dönüş” bir tarafa, on küsur yıllık iktidara rağmen, Batıcı rejimin bütün zihniyeti, hâkimiyetini hemen her alanda devam ettirmektedir. Hatta ve hatta Batıcı rejimin, iktidarı ele geçiren Müslümanları kendisine asimile ettiğini söylemek de pek abartı sayılamaz. Sayılabilir mi? Yoksa 3 Kasım 2002 tarihinde iktidarı ele geçirmeyi başaran Müslümanlar, “Bizim zaten öze dönüş gibi bir niyetimiz de hedefimiz de yoktu.” mu diyorlar? Böyle demediklerine ve tüm iktidar stratejilerini İslamî değerler ve CHP zihniyetini tasfiye üzerine kurduklarına göre ve CHP zihniyeti de Batıcı zihniyet olduğuna göre “öze dönüş” niçin gerçekleşmemektedir? Kemalci Oligarşinin cumhuriyet adı altında tesis etmiş olduğu diktatöryal rejimin değerlerini yansıtan “sivil din”in ritüelleri niçin eskisinden daha görkemli kutlamalarla sürdürülmektedir? Yoksa fırsatı ele geçirdikleri halde becermeye muktedir olamayan tüm iktidarsızların yaptığı gibi “biraz mühlet” biraz mühlet” mi diyorlar?

Belki de tenakuz İslamî “öze dönüş” hedefleriyle demokratik-spontane yöntemin örtüşmemesi sebebiyledir. Şayet tenakuz yoksa iktidardaki Müslümanlar da CHP’liler de Atatürkçü olabildiklerine göre, kim neyin muhalifi, neyin karşıtı olmaktadır? CHP zihniyeti kötü, CHP’nin kurucu önderinin zihniyeti iyi, denilebilir mi? Türkiye’de tam on sekiz yıl boyunca Ezanı, Kur’an’ı, daha doğrusu İslam’ı, CHP yasaklamıştı ama kurucu önderi yasaklamamış mıydı? On sekiz yıl boyunca Ezanı, Kur’an’ı, İslam’ı yasaklayan CHP’nin “ebedi şef”i hakkında balığın tırmandığı kavaktan bahsedercesine süblimasyonlar yapıp, günah keçisi olarak riyakârca “milli şef”ine yüklenmek İslamî ahlakla bağdaştırılabilir mi? Muhalif bir milletvekilinin meclis kürsüsüne kitapçık fırlatmasına; “Siz kim oluyorsunuz da Mustafa Kemal Atatürk’ün kürsüsüne kitapçık fırlatıyorsunuz?” diye “aslan misali” kükreyen AKP sözcüsünün bırakın İslamcılığını, demokratlığı dahi oldukça spekülatif değil midir? “Yetişiiin ebabil kuşları, Ebrehe filleriyle Kabe’yi yıkmaya gelmiş.” diye bağırmanın anlamı nedir? Sualleri artırmak imkân dâhilinde ise de izan sahipleri için bu kadarı herhalde yeterlidir. Acaba tenakuzu nerede aramak lazım? Besbelli ki tenakuz, yöntemle ilgilidir. Radikal yöntemlerle “öze dönüş” ne kadar sağlanamazsa; demokratik-spontane yöntemlerle de o kadar sağlanamaz. Radikal yöntem şiddeti içerdiği için, demokratik-spontane yöntemse riyakâr (çok yüzlü) olduğu için İslamî anlamda “öze dönüş” gerçekleştirilemez… Zira gayri meşru yöntemlerle meşruiyete ulaşılamaz…

Radikalizmin, İslam dünyasındaki tezahürüne sosyolojik açıdan anlaşılabilir gerekçeler bulunabilir ise de teolojik açıdan onu İslam’la bağdaştırmak asla mümkün değildir. Bir din olarak İslam ve radikalizm münasebetine bakacak olursak, ona İslamî (Kur’anî) bir mesnet bulmanın imkânı yoktur. Şiddet yanlısı, hoşgörüsüz, muhalifine hayat hakkı tanımayan, kabulü cebre dayanan, vb. bir zihniyete Kur’an’dan dayanak bulmak aldatmacadan başka bir şeyle izah edilemez: “Dinde zorlama yoktur.” [Kur’an-ı Kerim, 2/256.]. “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.” [Kur’an-ı Kerim 60/8.]. “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah’a inanırsınız.” [Kur’an-ı Kerim, 3/110.]. “Haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez.” [Kur’an-ı Kerim, 2/190.]. “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah isteseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı…” [Kur’an-ı Kerim, 5/48.] “Rabbin isteseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın?” [Kur’an-ı Kerim, 10/99.]. “İçlerinden zulmedenler hariç, Kitap Ehli ile ancak en güzel tarz da mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de size indirilene de inandık.” [Kur’an-ı Kerim, 29/46.] “Eğer yüz çevirirlerse biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen yalnızca uyarmaktır.” [Kur’an-ı Kerim, 42/48.]. “Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez.” [Kur’an-ı Kerim, 13/11.]. Netice itibariyle “Siyasî Radikalizm ve İslam” mevzuuna, tekrar dönecek olursak, kanaatimizce şu tespiti yapmak yanlış olmayacaktır: Batıda olduğu gibi İslam dünyasında da esasta modernitenin bir sonucu ve moderniteye bir tepki olarak tezahür eden, Batıdakine az ya da çok benzer sosyolojik bir radikalizmin mevcudiyetinden bahsetmek mümkündür. Ancak teolojik manada Kur’an’dan şiddet yanlılığını, hoşgörüsüzlüğü, aşırılığı ve başkasına hayat hakkı tanımayan bir anlayışı çıkarmak olsa olsa Kur’an’a yapılmış bir bühtan olacaktır…

Bu yazı Güncel Yazılar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.