Yar-Sav’ın 10 Kasım 2015 Tarihli Basın Açıklaması Üzerine

Amacını “tüm yargıç ve savcıları, evrensel ilkeler de dâhil olmak üzere, yüksek etik değerlere, donanıma ve hak ettikleri yaşam standardına sahip kılmak; hukuk dışı saldırılara ve her türlü baskıya karşı yargı erki ve mensuplarını koruyarak, saf gerçeğe ulaşılmasının ve adaletin gerçekleşmesinin önündeki engelleri kaldırmak; demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla oluşmasını ve işlerliğini sağlamak”; hedefini “dünyanın en saygın; yargıç ve savcılarının oluşturduğu, en iyi işleyen yargı sistemini milletimize armağan etmek” ve değerlerini de “bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, güvenilirlik, insan onuruna saygı, objektiflik, profesyonellik, liderlik, açıklık, erişilebilirlik, katılımcılık ve paylaşımcılık, yeniliğe ve gelişime açıklık, sağduyu ve sabır, güçlü birliktelik” olarak ilan eden YAR-SAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği); 10 Kasım 2015 tarihinde “BAŞÖRTÜSÜ”ne karşı “yurttaşlarımızı haysiyetlerine sahip çıkmaya, demokrasi ve özgürlüklerden yana tavır almaya çağırıyoruz” diyerek bir bildiri yayınladı…

Mevzunun ne olduğu çok açık; Batılı değerleri “evrensel” zanneden komprador Batıcıların; kendi “cumhur”una düşman sözde cumhuriyetçilerin; kendi “demos”undan nefret eden sözde demokratların 1923’ten beri tutturdukları nakarat: “İslam, muasır medeniyetler seviyesine yükselmeye, terakkiye manidir…” Ziya Paşa’nın, bu zihniyettekilerin birkaç kuşak önceki atalarına yönelik dile getirdiği mısralar, yıllar geçmesine rağmen hala geçerliliğin koruyor: İsnâd-ı ta’assub olunur merd-i gayura / Dinsizlere tevcih-i reviyyet yeni çıktı… İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki / Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı… Milliyyeti nisyan ederek her işimizde / Efkâr-ı Frenk’e tebaiyyet yeni çıktı… Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarihi / Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı… Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi / Hainlere amma ki riayet yeni çıktı…

Bildiride, şöyle diyorlar: “Kamuoyuna yansıyan haberlerden Yargıtay’da görev yapan bir kadın yargıcın başörtülü olarak çalıştığı, bu konuda kendi çalışma kuralları olan Yargıtay’ın HSYK’dan görüş sorduğu ve Kurul kararı olmaksızın HSYK Genel Sekreter Yardımcısının imzalı yazısına istinaden kadın yargıcın başörtülü olarak görev yapmasına izin verildiği ve bu yazının verdiği cesaret ile Türkiye’nin değişik yerlerinde bazı kadın yargıç ve savcıların görevlerini başörtüsü ile yerine getirdikleri öğrenilmiştir. Şimdiye dek yargıçlar ve savcılarla ilgili bir düzenleme yapılmadığından bahisle kadın yargıçların başları kapalı görev yapabileceklerini kabule imkân yoktur. Zira evrensel hukuk ve etik kurallar da bağlayıcılığı olan kurallardır ve bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Birleşmiş Milletler 2003/43 sayılı Bangalore Yargı Etiği İlkeleri kabul edilmiştir. Üstelik bu ilkeler HSYK’nın kararı ile kendi mevzuatımıza da aktarılmıştır.”

Cürmün büyüklüğünü görüyor musunuz (!?) Yargıtay’da görev yapan bir “kadın yargıç” başörtülü olarak çalışıyormuş ve başörtülü çalışmak “evrensel” hukuk ve etik kurallara uygun değilmiş… Sormak gerekmez mi “evrensel hukuk ve etik kuralları” nelerdir ve kim belirlemiş??? YAR-SAV’ın vehmettiği kurallar mı??? “Bangalore Yargı Etiği İlkeleri” şayet “evrensel” ise o ilkelerin “evrensel” olduğunu kimler kararlaştırmış??? İnsanlara “eşit” muameleyi öngörmeyen kurallar niçin “evrensel” diye kabul edilecekmiş??? Kaldı ki Bangalore Yargı Etiği İlkeleri diye nitelenen sekiz maddenin uygulanmasına başörtüsü niçin engel teşkil ediyormuş??? Mesela; “Yargıç, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Yargıç, meslekî davranış şekli itibariyle, makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide her hangi bir serzenişe yol açmayacak hal ve tavır içinde olmalıdır.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Yargıcın hal ve davranış tarzı, yargının doğruluğuna ve tutarlılığına ilişkin inancı kuvvetlendirici nitelikte olmalıdır: Adaletin gerçek anlamda sağlanması kadar gerçekleştirildiğinin görüntü olarak sağlanması da önemlidir.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Yargıç, yargıçtan sâdır olan tüm etkinliklerde yakışıksız ve yakışık almayan görüntüler içerisinde olmaktan kaçınmalıdır.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Kamunun sürekli denetim süjesi olarak yargıç, normal bir vatandaş tarafından sıkıntı verici olarak görülebilecek kişisel sınırlamaları kabullenmeli ve bunlara isteyerek ve özgürce uymalıdır. Yargıç, özellikle yargı mesleğinin onuruyla uyumlu bir tarzda davranmalıdır.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Yargıç, kendi mahkemesinde hukuk mesleğini icra eden kimselerle olan bireysel ilişkilerinde, objektif olarak bakıldığında tarafgirlik veya bir tarafa meyletme görüntüsü ya da şüphe doğuracak durumlardan kaçınmalıdır.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Yargıç, toplumdaki çeşitliliğin ve sınırlı sayıda olamamakla birlikte ırk, renk, cinsiyet, din, tabiiyet, sosyal sınıf, sakatlık, yaş, evlilik durumu, cinsel yönelim, sosyal ve ekonomik durum ve benzeri diğer sebeplerden neşet eden farklılıkların (davaya mesnet olmayan sebepler) şuurunda olmak ve bunları anlamak zorundadır.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır??? Yine mesela; “Yargıç, yargıçlık görevini yerine getirirken, davaya mesnet olmayan sebeplere dayanarak herhangi bir kişi ya da gruba karşı sözle veya davranışlarıyla meyilli ya da önyargılı olarak hareket edemez.” maddesinde başörtüsüyle çelişen ne vardır???

Şayet “başörtülü olmak”, şöyle ya da böyle “muayyen bir tarafa meyilli ya da önyargılı” olmanın sembolüdür, denilecekse; aynı mantıkla “başörtülü olmamak” da “muayyen bir tarafa meyilli ya da önyargılı” olmanın sembolüdür, niçin denilemesin??? Başörtülü olmamanın adaletin, başörtülü olmanınsa adaletsizliğin sembolü olduğuna kim, hangi rasyonel ve etik ilkeye istinaden karar vermiş??? Böyle bir kararı verenin “özdeşlik”, “çelişmezlik” ve “üçüncü şıkkın imkânsızlığı” diye bilinen akıl-mantık ilkelerinden habersiz bir mahlûk olduğu apaçık değil midir??? Seküler-din dışı olmayı “evrensellik” olarak benimseyen (dayatan) AİHM ve sabık Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü aleyhtarı kararlarının “adil” olduğunu söylemek, sadece ve sadece bir aldatmacadır… Şayet moderniteye ait “sözleşme hukuku” “evrensel hukuk” diye benimsenecekse rasyonel insanlar eşitsiz bir sözleşmeyi niçin kabulleneceklermiş???

Evlere şenlik şu cümlelere bakar mısınız? “Yönetmelikte bir hüküm olmadığı ve yargıç ve savcılarla ilgili kıyafet yönetmeliğinde düzenleme yapılmadığı için kadın yargıç ve savcıların dini bir simge olan başörtüsü kullanmalarının “evrensel hukuk ve etik ilkeler” uyarınca olanağı bulunmamaktadır. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında laiklik ilkesi halen yerini korumaktadır ve yargıçların dinsel simge kullanmayarak bütün din ve inançlara eşit mesafede olduğunun ‘görünmesi’ laiklik ilkesinin getirdiği bir zorunluluktur.” Sormak gerekmez mi “evrensel hukuk ve etik ilkeler” sizin keyfi istekleriniz midir??? Şayet “evrensel hukuk ve etik ilkeler” egemen gücün iradesidir, diyorsanız, egemen güç olmaktan çıktığınızı halâ anlamadınız mı??? Güçlü olmanın, haklı olmak anlamına geldiği dünyanın yalnızca hayvanların dünyası olduğunu öğrenmeniz için daha ne kadar belgesel seyredeceksiniz??? Laikliğin Batı’da eşitliği gerçekleştirmek için icat edildiğini bilmiyor musunuz??? Eğer laiklik sizin dediğiniz gibi eşitsizlikse insanlar niçin onu kabullenecekmiş??? Darbecilerin “anayasa” diye dayattığı bir sözde anayasayı, eşit ve özgür bireylerin toplum sözleşmesi olarak taktim etmek hangi hukuka ve etiğe uğundur??? 12 Eylül 1980 askeri darbesinin sözde anayasasını anayasa diye takdim edip sonra da “12 Eylül 1980 darbesiyle açılan ve siyasal İslam’a giden yol yıllarca din ve inanç özgürlüğünün güçlendirilmesi görüntüsüyle istismar edilerek, din karşısındaki ahlaki ve bilimsel değerler yok edilmiştir…” demek, etik ve hukukla bağdaştırılabilir mi???

İslam karşıtlığı apaçık olan şu ifadeler daha da bir evlere şenlik: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık bir siyasal İslam devletine doğru ciddi şekilde evrilmiştir. Bu durum demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ilkesi ile demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu olan laikliğe açıkça saldırı teşkil eden bir siyasi iktidar hamlesidir. Otoriter siyasal İslam yönetimine doğru gidişe dur demenin son aşamasına gelinmiştir. Yaşadığımız zaman köprüden önceki son çıkıştır. Bu gidişe dur demek bir yurttaşlık görevidir. Bizler, Yargıçlar Sendikası ve YARSAV olarak yurttaşlarımızı haysiyetlerine sahip çıkmaya, demokrasi ve özgürlüklerden yana tavır almaya… Siyasal İslam’a gidişe karşı ayağa kalkmaya çağırıyoruz…” Bu cümlelerin hedefi eğer girdiği bütün seçimlerde halkın nerdeyse yüzde 50’sinin oyunu alan Ak Parti iktidarıysa sormak gerekmez mi Ak Partiyi halk seçmiyor mu??? Seçimle iktidara gelmeyi meşru görmeyen bir zihniyetin mensuplarının demokrasi, demokrasi demesi sahte demokratlık değil midir??? İktidara karşı göreve çağırdığınız yurttaşlar, Ak Partiye oy veren yurttaşlar değilse kimlerdir??? Eski YAR-SAV başkanı (2009-2011) Emine Ülker Tarhan’ın kurduğu ve 2015 genel seçimlerinde yüzde 0.06′lık oy alan Anadolu Partisi mensupları mıdır yoksa sadece yurttaş??? Halkın yüzde 50’sini yurttaş olarak görmeyen insanların demokrat, daha da ötesi hukukçu olduğuna inanmak kabil midir???

Açıkçası; YAR-SAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) mensuplarının derneklerinin adını YAR-SAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) olarak koymaları gerçekten de çok isabetli olmuş… Besbelli ki onlar ne hikmetle adaleti tanzim eden “hâkimler” ne de amme hukukunu savunan “müddeiumumiler”dir…

Bu yazı Güncel Yazılar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.