“Yerli ve Milli” İktidarın Depremle İmtihanı Üzerine

Bilenlerin malûmu; “yerli ve milli” tabiri, son yıllarda AKP iktidarının ve AKP medyasının, seçmen tabanını konsolide edebilmek için kendileriyle ilgili yaptıkları bir tanımlama… Söz konusu tanımlamanın “efradını cami, ağyarını mani” olup olmadığı müphem ise de kastedilen “dindar ve milliyetçi” bir görünüme sahip olmak… Görüntünün hakikate karşılık gelip gelmediği ise elbette çok şüpheli… 6 Şubat 2023 tarihinde, merkez üssü Maraş olan ve AdanaOsmaniyeHatayKilis, Malatya, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Urfa  illerinde de yıkıma yol açan 7,7 ve 7,6 şiddetindeki iki büyük deprem, anlaşılan o ki “yerli ve milli” İktidarı hayli sarsacak… AKP’nin reisi ERDOĞAN’ın normal zamanlarda propaganda maksatlı kullandığı “Biz, bu millete efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik.”[1] cümlesi test aşamasında… Sualler baki: Halka hizmetkâr olmak; iyi günde “itibar için” deyip, milletin vergileriyle devletlü zevata “saraylar” inşa etmek, niteliği kendinden menkul kapıkulu bürokratlara astronomik rakamlarla üç-beş maaş ulufe dağıtmak mıdır yoksa kötü günde ahaliye barınak, muhtaca yiyecek-içecek temin etmek midir? Halka hizmetkâr olmak; iyi günde yandaş müteahhitleri kayırmak üzere milletin vergileriyle döviz garantili geçilmeyen köprüler, inilmeyen hava limanları yapmak mıdır yoksa kötü günde ihtiyaç sahiplerine en kısa sürede yardım ulaştırmak için yol açmak mıdır? Halka hizmetkâr olmak; iyi günde “kur korumalı mevduat hesabı” deyip, bir avuç faizci zengine milletin vergilerini aktarmak mıdır yoksa kötü günde kazazedelere harcamak mıdır? Kim bilir, belki de iktidara gelmeden önce, halkı partisine rey verme hususunda ikna için AKP’nin reisi ERDOĞAN’ın propaganda maksatlı kullandığı “Halka hizmet, Hakka hizmettir.” sloganı; iktidara geldikten sonra “Ulü’l-emre itaat farzdır.” dinî söylemi altında, “Halkın; Hakka hizmeti, muktedire hizmettir.” ilkesine dönüşmüştür?

Şüphesiz deprem tüm Türkiye’yi derinden etkiledi. Maalesef binlerce bina yıkıldı ve maalesef binlerce insan enkaz altında kaldı. Olayın ardından AKP’nin reisi Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; anayasanın yüz on dokuzuncu maddesi gereğince deyip, on ili kapsayacak şekilde “olağanüstü hal” ilan etme kararı aldıklarını açıkladı. Olağan üstü hal ilanı; enkaz altında kalan insanlara yönelik arama-kurtarma işlemlerini hızlandıracaksa ve kış şartlarında sokakta yaşamaya çalışan on milyon civarındaki insanın iaşe-ibate işlemlerini çözümleyecekse elbette isabetlidir. Ancak tarafsız medya organlarının afet bölgesinden aktardığı üzere; şayet durum ilk yirmi dört saat kamu otoritesi “yerli ve milli” iktidarın bırakın arama-kurtarma ve iaşe-ibate işlemlerini halletmeyi, deprem alanlarına dahi ulaşılamadığı, ikinci yirmi dört saatte enkaz altından İMDAT çığlığı atan insanları çıkarmakta yetersiz kalındığı, İMDAT çığlığına yardım için koşan muhalif belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin engellenmesi için İçişleri Bakanlığı tarafından polis ve jandarmanın harekete geçirildiği gerçeğini ört-bas etmeye ve bölgedeki organizasyon beceriksizliğinin ve yetersizliğinin ifşasını önlemeye matufsa ve ilk olağanüstü hal uygulaması olarak da twitter-instagram gibi “yerli ve milli” iktidardan bağımsız iletişim kanallarının erişimine manialar çıkarmak içinse vaziyet fevkalade vahim demektir. Vahim çünkü olağanüstü hal uygulamalarında vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülükleri getirilebileceği gibi, mücbir sebep denilerek, temel hak ve hürriyetlerin kullanımının kısmen ya da tamamen durdurulması yahut bunlar için anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler konulması dahi mümkün olacaktır. Daha da ötesi Maraş’ta, AKP milletvekili müsveddesi Nursel REYHANLIOĞLU’nun, bölgeye yardıma giden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU’na hakaretlerle saldırdığı olayda[2] da görüldüğü üzere, genel seçimlerin arifesinde muhalif kanadın mevzu bahis illerde faaliyetleri bile pekâlâ sekteye uğratılacak ve insanlar baskı altına alınacak demektir…

AKP Sözcüsü Ömer ÇELİK’in, geçmişte, yazarlık yaptığı gazetedeki köşe yazısında, 17 Ağustos 1999 depremi için, o günün iktidarını eleştirmek niyetiyle sarf ettiği sözler, görünen o ki 6 Şubat 2023 depremi için, bugün de geçerli:“Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan ‘devletlu’ zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşe başından başlarını uzatıyor. İş yapmak adına bildikleri tek şey, açıklama yapmayı kesintisiz bir biçimde sürdürmek. Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden ‘yetkililer’ el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içindeler. Oysa tek âli toplumun hayat hakkını korumak olan devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle başbaşa bıraktı. Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten çoktan geçmişti… Kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda ‘kamu otoritesi’ kapsama alanı dışına çıkmış ve yetkililer, pili bitmiş bir uzaktan kumanda aletine dönüşmüştü. Apaçık ortada olan ve karşılıkları can kaybıyla, Türkiye’nin en az yirmi yılına mal olacak mal kaybıyla ödenen ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri ‘şaibeli’ duruma düşürmeye çalışmaktan başka bir gayreti hâlâ görünmüyor resmi sözcülerin. Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hâlâ meseleyi mümkün olduğunca sümen altı etmeye harcıyor enerjisini… Sanki sadece halkın oturduğu binalar yıkılsa ve sarsılmaz bir kudret ve eleştirilmez bir erk kaynağı gibi görünmeyi seven devlet bu felaket karşısında yara almamış olsaydı, mesele kalmayacaktı… Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin ‘milli birlik ve beraberlik’ nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız…”[3]

O günlerde, beceriksizliğinden ötürü dönemin iktidarını eleştiren AKP Sözcüsü Ömer ÇELİK; bugünse aynı şartlara rağmen şöyle diyor: “Gerçekten büyük bir imtihanla karşı karşıyayız… Cumhur İttifakı olarak hepimiz sahadayız, AK Parti ve MHP genel merkezi üyelerimizi ilgili bölgelere gönderdik… Elimizden gelen gayreti gösteriyoruz… Enkaz altında vatandaşlarımız olduğunu biliyoruz… Buralarda büyük bir titizlikle uzman ekiplerimiz çalışmalarını gerçekleştiriyor… Vatandaşlarımız haklı olarak enkazın olduğu yerleri terk etmeyebiliyorlar fakat her türlü tedbir alınmıştır… Enkaz kaldırılırken etrafındaki binaları da boşaltıyoruz… Kalmak isteyen vatandaşlarımız için her türlü imkan sağlanmıştır… Oteller, spor salonları, camiler açılmıştır… Yemek ve diğer ihtiyaçlar konusunda tek tek geziyoruz yıkılan binaların olduğu yerleri… Zaman zaman buraya daha çok araç girseydi, vinç gelseydi gibi talepler oluyor, elimizde her türlü araç için fazlasıyla imkân ve kapasite var… Eğer ihtiyaç duyulursa bunları sevk edecek şekilde bütün imkânlarımız var… Hastanelerimizde ve diğer yaralılarımızın tedavisi için bütün imkanlarımız ve altyapımız hazır… Herhangi bir şekilde şu anda bir eksik gözükmüyor… Devletimiz güçlüdür…”[4] 

AKP’nin reisi ERDOĞAN; iktidara geldikleri günlerin ertesinde, 1 Mayıs 2003 tarihinde Bingöl merkezli meydana gelen depremle ilgili olarak, önceki hükümetin sorumluluğunu anlatmak niyetiyle yaptığı konuşmada depremin gerçek sebebinin ne olduğunu şöyle vurguluyor: “Depremlerden sonra ortaya çıkan felaketler aslında geçmişten bugüne miras kalmış bir yönetim sorununun sonucudur… Buna ihmal denmez… Buna ancak olsa olsa bunun şartlarına uymamak denir… Yani bu ihalelerin şartları neler… Bu şartlara uymamak vardır… Bunun kontrolü iyi yapılmamıştır… Zemin etütleri iyi yapılmamıştır… İnşaatlarda zemin etüdü, malzeme ve kontrol eksikliği varsa netice bu olur… Sorun, sadece inşaat malzemesi çalmaya indirgenemez… Yeraltında fay kırıklarından önce bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır… Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır… Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkânlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur… Hükümetin neler yapıp neleri yapmadığı işte ortada…”[5]

O günlerde, depremin gerçek sebebini gayet isabetli bir biçimde tespit eden AKP’nin reisi Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; sorumluluk makamında bulunduğu bugün ise aynı şartlara rağmen şöyle diyor: “Böylesi büyük felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir… Böyle bir dönemde basit siyasi çıkar uğruna çirkefçe olumsuz kampanyalar yürütmeyi şu anda hazmedemiyorum… Bazı haysiyetsiz, namussuz kişiler kampanya yaparak, depreme müdahale etmek üzere asker, jandarma, polis niye yok diyorlar… Bizim askerimiz, jandarmamız, şereflidir; bu şerefsizlerin ağzına biz onları meze yaptırmayız… Üzerimde bulunan makamın sorumluluğu olmamış olsa bugün böyle konuşmam, çok daha farklı konuşurum… Olanlar hep oldu… Bunlar KADER planının içinde olan şeyler…[6] Bütün imkânlarımızı seferber ettik, devlet tüm imkânlarıyla başta AFAD olmak üzere çalışmalarını belediyelerle yürütüyor… İlk gün bazı sıkıntılar yaşandı ama ikinci gün ve  üçüncü gün duruma hakimiyet tesis edildi… Enkazdaki çalışmalarımız devam ediyor ama bir yandan da enkaz kaldırma çalışmaları başlayacak… Antalya, Alanya, Mersin gibi illerimizde otellerle görüşmelerimizi yaptık ve bu görüşmelerle buralardaki otellerde kalma arzusunu ortaya koyan vatandaşlarım olursa biz vatandaşlarımızı bu illerdeki otellere yerleştirmeye hazırız… Yeme içme gibi tüm ihtiyaçlar karşılanacak… AFAD’ın açıklamaları dışında provokatörlere fırsat vermemenizi özellikle istiyorum… Bugün birlik olma zamanıdır… Dayanışma zamanıdır… Bizler bütün imkânlarımızı seferber etmiş vaziyetteyiz… Şu an itibariyle bazı hazırlıkları yapıp hasar tespitiyle de birlikte ailelere desteğimizi vereceğiz… Hazine-Maliye’den bu konuda belli bir bütçeyi ayırmış vaziyetteyiz… İnşallah bu bütçeyle beraber hasar tespitleriyle her ailemize onları rahatlatacak bir rakamı vereceğiz… Bunu 10 000 TL olarak planladık…”[7]

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN’ın ve Ömer ÇELİK’in sorumluluk makamında bulunmadıkları günlerde yaptıkları değerlendirmelere katılmamak mümkün değil elbette…  ERDOĞAN çok haklı; depremlerden sonra ortaya çıkan felaketler aslında geçmişten bugüne miras kalmış kötü yönetimin sonucudur… Topraktan ot biter gibi her yere binalar inşa edilirken, zemin etütleri olması gerektiği gibi yapılmamaktadır… Mimarların ve mühendislerin hem meslekî hem ahlakî yetersizlikleri söz konusudur…  İnşaatları denetlemekle vazifeli ve yetkili devlet organları vazifelerini suiistimal etmekte, yetkilerini çıkar amaçlı kullanmaya kalkışmaktadır… Sorun, sadece inşaat malzemesi çalmaya indirgenemez… Malzemeden çalmanın arkasında ahlaksızlık, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır… Halka reva görülen felaketler; kamu otoritesinin, devlet imkânlarının, nasıl kullanıldığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır… Depremlere yol açan asıl faktör; yeraltındaki fay kırıklarından önce vazifesini hakkıyla yapmayıp, yetkilerini menfaat temini için kullanan kamu yöneticilerinin çatlayan ar damarlarıdır… Yeni-şafak gazetesi yazarıyken sarf ettiği cümlelerde Ömer ÇELİK çok haklı; depremin ilk saatlerinde ortada olmayan “yerli ve milli” devletlü zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşeden başlarını uzatıyor… İş yapmak adına icraatları sadece  açıklama yapmak… Arama-kurtarma ve iaşe-ibate işlemlerinin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden “yetkililer” el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içerisinde… Oysaki devletin tek âli menfaati; insanların canını, malını kormak ve sağ-salim yaşamalarını temin etmektir… Yerli ve milli iktidar; tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle başbaşa bırakmıştır… Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları, enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten geçmektedir… Kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda “yerli ve milli” iktidar, kamu otoritesi olarak kapsama alanı dışına çıkmıştır… Resmi sözcülerin; ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri “şaibeli” duruma düşürmeye çalışmaktan daha önemli gayretleri hâlâ görünmemektedir… Yerli ve milli iktidar; sorumluluğunu örtbas etmek güdüsüyle meseleyi mümkün olduğunca sümen altı etmeye harcıyor enerjisini… Sanki, sarsılmaz bir kudret ve eleştirilmez bir erk kaynağı gibi görünmeyi seven “yerli ve milli” iktidar, felaketten yara almamış olsa ve sadece halkın oturduğu binalar yıkılsaydı mesele kalmayacaktı… Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu ki Türkiye, “cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen nevzuhur-ucube sistemle yönetilemiyor… Yönetemeyen, yönetmesi mümkün de olmayan bu mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor… Eğer bugün, “yerli ve milli” iktidarın fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenler söylenmez de “birlik ve beraberlik” nutukları altında halkın ezilmesine göz yumulursa bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce, binlerce insanın mağduriyetle ebediyen susmasına, susturulmasına iştirak edilecektir… Daha da korkuncu; neredeyse sınırsız yetkiye sahip olan “yerli ve milli” iktidarın vazifesini bihakkın yapmadığı, geçmiş iktidarları suçlarken söylediği, alınması gereken zorunlu tedbirleri, kendisi de yirmi yıldır almadığı halde afetin sebebinin ilahi taktir, KADER olduğunu iddia etmesidir… Dindarlıklarının sadece görüntüden ibaret olduğu yolundaki eleştirilerin sebebi tam da budur… Kendilerini nispet ettikleri EHLİ SÜNNET akidesine göre; “cebrî kader anlayışı” “fırka-yı dalle” akidesidir… Doğru akide: “Olanlar, KADER tarafından öyle yazıldığı için öyle olmaz; iradî olarak, tedbirsiz davranıp, öyle yapacağınız için, öyle yazılır.” şeklindedir… Şayet “doğru akide” bilindiği halde, “iktidarın selameti” için insanlar aldatılıyorsa; yine EHLİ SÜNNET akidesine göre, Peygamber Hazreti Muhammed; “Aldatan bizden değildir.” demiştir… Bütün bunlardan belki de çok çok daha korkuncu; enkaz altından kurtarılmayı bekleyen yüzlerce, binlerce insan henüz ortada dururken (ağlayan çocuklara, sussun diye akide şekeri dağıtır gibi); “yerli ve milli” iktidarın yaptığı “Depremzede ailelere 10 000 TL ödeme yapacağız.” açıklamasını izanla, insafla, vicdanla, merhametle telife kalkışmak olacaktır…

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=t_Fs_ISwEGU

[2] https://www.haberler.com/guncel/imamoglu-na-ingiliz-usagi-defol-diyen-eski-ak-15623112-haberi/

[3] Ömer Çelik, Yeni Şafak Gazetesi, 23 Ağustos 1999.

[4] https://t24.com.tr/video/akp-li-celik-cumhur-ittifaki-olarak-hepimiz-sahadayiz,52032

[5] Yeniçağ Gazetesi, 8 Şubat 2023. / https://cdn.pivol.net/25555/80220232344328486865.mp4

[6] https://www.karar.com/guncel-haberler/erdogan-yine-kader-dedi-olanlar-hep-oldu-1726934

[7] https://www.sabah.com.tr/galeri/yasam/10-bin-tl-deprem-yardimi-basvurusu-ne-zaman-baslayacak-depremzedelere-10-bin-tl-deprem-destegi-kimlere-verilecek

Bu yazı Güncel Yazılar, WEB kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.