Modernlik Üzerine

Gelenekselliğe nispetle apayrı bir pratiği niteleyen modernlik, günlük dilde yaygın olarak çağdaşlıkla ve ilerlemeyle eşanlamda kullanılır. Çağdaşlık şeklindeki kullanım, tamamen subjektif iken, ilerleme şeklindeki kullanım, bir takım değerlerin tercihini gösterir. Şüphesiz gündelik kullanımlar sosyoloji literatüründeki bu kavrama verilen farklı anlamlardan mülhemdir. Bu çerçevede modernliğin özünün belirlenmesi hususunda üç temel yaklaşım, üç tür tanımlama tarzı söz konusudur. İlkine göre modernlik, toplumsal yapının oldukça soyut bir takım niteliklerini (rasyonel, individüal, seküler, utiliteryen) ifade eder. Bu nitelikleri taşıdıkları ölçüde toplumlar modern ve bu nitelikleri kazanmaya çalıştıkları takdirde de modernleşen toplumlar olarak tanımlanırlar. Dolayısıyla da modernleşme bir toplumsal değişme süreci olup, toplumun “ilerleme”sidir. Modernliğin ikinci karşılığı; toplumsal farklılaşmanın muayyen bir dönemine yöneliktir. Avrupa’da Rönesans ve Reformasyon‘a kadar gerilere giden söz konusu dönem, sekülarizm ve kapitalizmin ortaya çıkışıyla ayırt edilir. Diğer bir alternatif olarak da Endüstri ve Fransız devrimleri önceki ve sonraki dönemler arasında önemli bir ayrım noktası şeklinde düşünülür. Üçüncü yaklaşım açısından modernlikse, Batılı olmayan ülkelerin liderleri veya elitlerince izlenen politikalara verilen isimdir. Ülkelerinde bir takım değişimleri gerçekleştirmek isteyen iktidar kadroları, kendilerini çağdaşlar, ilericiler olarak nitelendirir ve modernlik de bu kadrolarca algılanan ve duruma göre içeriği de değişen hedeftir. Bir başka ifadeyle modernleşme, iktidar kadrolarının belirli açılardan daha gelişmiş olarak gördükleri Batılı toplumlar istikametinde kendi toplumlarını değiştirmek için uygulanan bir seri politikalar bütünüdür.

Anlaşılacağı üzere modernlikle ilgili yaklaşımlar ve tanımlamalar esasında birbirinden pek de farklı değildir. Hepsinde müşterek olan, kavramın, belirli nitelikleri ihtiva etmek kaydıyla Avrupa’nın muayyen bir dönemde girmiş olduğu ve bilahare de tüm dünyayı etkisi altına aldığı tarihsel süreci karşılamak üzere kullanıldığıdır. Acaba bu sürece nasıl girilmiştir? Modernliğin kaynaklarından bazılarını Antikite’de görmek pekâlâ mümkündür. Haddizatında modern dünya kendi kökeni konusunda Yunan-Latin uygarlığını gösterirken ve onun bir devamı olduğunu iddia ederken, buna işaret etmektedir. Kaynaklardan ilki ve belki de en önemlisi Antik-Yunan dünyasında ortaya çıkan ve Batı zihniyeti üzerinde derin etkiler yaratan felsefe denilen özel düşünce biçimidir. Felsefe; varlığın ve hayatın rasyonel zeminde açıklanması ve anlamlandırılmasıdır. Bir başka ifadeyle “felsefe, kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya haklı çıkarmak iddiasındaki zihinsel etkinlik biçimidir.” Felsefe; insanlar tarafından ortaya konulan ve hiçbir kutsal öğretiye dayanmayan düşünce türüdür. Aşkın varoluşu reddetmese bile, temellendirmelerinde tamamen rasyonel çerçeve içerisinde kalır. Vurgulamak gerekirse felsefe temelde dindışı bir şeydir. İşte bu özelliğinden ötürü felsefe salt insani, rasyonel bir bilgi olarak, akıl üstü ve insani olmayan bilginin (kutsalın) yerini aldığından modernliğin en önemli kaynağını teşkil etmektedir. Modernliğin ikinci kaynağı; geleneksel bir düşünce tarzı olan Hristiyanlığın İki Erk Öğretisi‘dir.  Kutsal ve cismani arasında yapılan keskin ayırım, dünyevi olanı bayağı olarak görmek ve dünyeviyi kutsalla karıştırmayı kutsala hürmetsizlik şeklinde yorumlamak, neticede tek mümkün toplumsal pratik olarak modernliğin kabul edilmesine vesile olmuştur. Çünkü İki Erk Öğretisi‘ne göre, Hıristiyanlıkla dünyevi hayat alanları, birbirlerinden bütünüyle ayrıdırlar ve dünyevi hayatın kuralları laik (kiliseye mensup olmayan) yöneticilerce saptanır. Bu düalist telakkinin, 14. Yüzyıl sonrası Avrupa Ortaçağında, kilisenin de katkılarıyla derinleştirilmesi 16. Yüzyılda Reformasyon ile neticelenirken; yine aynı tarihlerde kilise karşıtı insanların felsefi faaliyetleri de Rönesans ile neticelenmiştir. Bu iki hareket, geleneksel hayat tarzından keskin bir kopuşu ve modernliğe ilk adımı sembolize eder. Reformasyon, esas itibarıyla dinin kutsallığından, tarihselliğinden ve kurumsallığından arındırılıp, bireyselleştirilmesi ve özelleştirilmesi, özel alana itilmesi anlamını taşırken; Rönesans da insanın ve hayatın din tarafından değil, akıl tarafından şekillendirilmesini talep anlamını taşır. Kısacası; geleneksellikten modernliğe geçiş, kaynakları daha eskilere dayanmakta ise de esas itibariyle, Rönesans ve Reformasyon hareketlerinin yaşanmaya başlandığı Batı Avrupa’da tezahür eden radikal değişimlerle gerçekleşmiştir. Bu değişimleri de dört kategoride ele almak mümkündür: Epistemolojik, ekonomik, politik ve kültürel. Bunlardan her biri bir takım aşamaları ihtiva ederse de sadece modernliği yaratan mantığın gösterilmesi bakımından, genel çerçevede değerlendirilmeleri muhtemelen yeterli olacaktır: Epistemolojik değişim, bilgi ve inanç ayrımını, doğru bilginin rasyonel-ampirik platformda ispatlanması gerektiğini, dinin rasyonel-ampirik temellendirmesinin yapılamayacağı için hayatın tanziminde belirleyici olmaması yönündeki kanaati, dolayısıyla pozitivizmi; ekonomik değişim, kâr maksimizasyonunu, rekabete dayalı piyasayı, toplumsal ilişkilerin üretim ilişkilerince determine edilmesini, dolayısıyla kapitalizmi; politik değişim, kapitalizmin yarattığı homojen seküler değerleri koruma görevini üstlenmiş ulus-devlet rejimini, dolayısıyla eşitlik eksenindeki siyasal organizasyonu içeren demokrasi-cumhuriyeti; kültürel değişim de hayatı seküler, rasyonel ve din-dışı boyutlara indirgemeyi, apriori düzeydeki ilkeleri hesaba katmamayı, yeryüzüne egemen olmak için gökyüzünden yüz çevirmeyi ve bütün bunları da sözde, sadece bireyin özgürlük, eşitlik ve ekonomik refahı için yapmayı kapsar. Modernliğin yapısal unsurları evleviyetle bu paraleldeyse de değişimler sonucunda gerçekleşen özgürlük, eşitlik ve ekonomik refahın nasıl tanımlanacağı ve dağıtılacağı hususunda individüalist ve kolektivist olmak üzere iki ana versiyon, iki siyasal yapı, demokratik blok-sosyalist blok ya da liberal demokrasi-sosyal demokrasi tarzında örgütlendiğini söylemek de mümkündür.

Özetlemek gerekirse modernlik, zamanla ilgili bir niteleme değil; toplumsal yapıyla ve dolayısıyla fertle ilgili muayyen vasıfları taşıyıp taşımamakla alakalı bir tanımlamadır. Bir toplum ya da bir fert rasyonalizmi, individüalizmi, sekülarizmi, utiliteryanizmi benimsiyorsa hayatın din tarafından değil, yalnızca akıl tarafından şekillendirilmesini istiyorsa individüalist ya da kolektivist tüketimi başlı başına bir değer olarak görüyorsa eşitlik eksenindeki bir siyasal organizasyonu talep ediyorsa ve bütün bunları da sadece ve sadece özgürlük, eşitlik ve ekonomik refah için savunuyorsa işte o toplum ya da o fert moderndir. Hem geleneksel hem de modern olunabileceği iddiası ise olsa olsa bir yanlış şuur halidir…

Bu yazı Güncel Yazılar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.